Quantcast
Channel: Komplo Teorileri – Yalansavar
Viewing all 33 articles
Browse latest View live

Domuz Gribi Aşısı ve Komplo Teorileri

$
0
0

H1N1 Pandemik Influenza Virüsü

“Domuz Gribi” ya da diğer adı ile “H1N1“, 2009 yılı Nisan ayında ortaya çıkan bir Influenza tipi grip salgını. Dünya, ilk defa artan iletişim araçları sayesinde bir salgını zamanında izleyebiliyor ve hatta insanlığı tehdit etmesine fırsat vermeden gerekli önlemleri alma şansına sahip. Ama her zaman olduğu gibi toplum bu konuda da komplo teorisyenleri, alternatif tıp meraklıları ve sözde-bilim savunucuları tarafından yanlış yönlendiriliyor. Hastalığa yakalanmayı engelleyecek aşı olmasına rağmen etrafta dolanan yalan yanlış bilgiler nedeniyle aşılanma oranı çok düşük ve bu ciddi salgın için gereken önlemler alınmıyor. Hastalığa karşı korunmanın en önemli iki yolu bilgilenmek ve aşılanmaktan geçiyor.

Influenza: Mevsimsel Grip

Influenza nedir?

Influenza, ya da sıkça kullanınan adı ile GripRNA içeren virusler nedeniyle oluşan ve memelilerle kuşlarda görülen bir bulaşıcı hastalıktır. Öksürme veya hapşırma sırasında ağızdan havaya saçılan küçük damlacıklarla bulaşır. Benzer şekilde kuş dışkısı veya burun salgıları ile direk temastan; veya bu salgılarla kirlenmiş yüzeylerden geçebilir. Günışığı, dezenfektanlar ve deterjanla inaktive hale gelir. İlaveten sabuna karşı da duyarlıdır, bu nedenle sık el yıkama hastalık bulaşma riskini azaltır.

Kuluçka süresi 1-4 gün arasında değişir. En sık görülen belirtileri boğaz ağrısı, titreme, ateş, kas ağrısı, şiddetli baş ağrısı, öksürük, yorgunluk. bitkinlik ve genel halsizliktir. Ciddi vakalarda, özellikle yaşlılarda ve bebeklerde pnömoni (zatürre)ye neden olarak öldürücü olabilmektedir. Belirtiler birkaç günden birkaç haftaya kadar sürebilir. Influenza hastaları, belirtileri ortaya çıkmadan önceki günden belirtiler ortadan kaybolduktan sonraki bir haftaya kadar virus saçabilirler.

Grip virüsü nasıl mutasyon geçirir?

Influenza Virusu

Influenza virüsü, 8 ayrı RNA ipliği üzerinde yer alan 11 adet genden oluşan basit yapılı bir virustür. Virüsün hızlı mutasyon geçirmesinin en önemli nedeni de bu basit yapısıdır.

Virüs, RNA’sı kendini çoğaltırken ortaya çıkan kopyalama hatalarını düzeltecek enzimlerden yoksundur. Bu nedenle enfekte ettiği hücredeki çoğalması sırasında RNA’sında sıklıkla hatalar oluşur ve yeni virüsler bu hatalı/farklı genetik yapı ile üretilirler. Bu mutasyonların pek çoğu virüs için önemli bir değişiklik yapmayan mutasyonlardır, ancak bağışıklık sistemimiz bu değişikliklerin her birini farklı bir enfeksiyon olarak algılar ve daha önce grip olmuş bir kişi mutasyon geçirmiş bu yeni virüslerden biriyle karşılaştığında onu yeni bir virüs olarak algılar ve daha önceki virüse karşı bağışıklık kazanmış olsa bile yeniden hastalanabilir.

Mutasyon oranının yüksek olmasında bir başka önemli faktör ise co-enfeksiyon denen, aynı anda birden fazla değişik grip virüsü ile enfekte olma durumudur. Aynı hücreye iki ayrı RNA içeren grip virüsü girdiği zaman bu virüsler arasında RNA alışverişi olabilir ve ortaya bambaşka yeni bir grip virüsü çıkabilir. 2009 yılında ortaya çıkan H1N1 Domuz Gribi salgını da bu tip bir mutasyona bağlı oluşmuş durumda.

Kısaca, Grip tek bir virüse bağlı bir hastalık olmayıp, çevrede dolanan, hızla değişebilen bir virüs ailesine bağlı ortaya çıkan bir hastalıktır. Eğer değişmese idi, bir defa grip olan kişilerde ortaya çıkan bağışıklığın ömür boyu gribe karşı koruyucu olması beklenirdi. Ancak sürekli değişiyor olması insanların defalarca benzer belirtileri gösteren grip hastalığına yakalanmasına neden olmaktadır.

Grip virüsü aşısı nedir?

Grip aşıları canlı veya ölü virüs içerirler. Canlı virüs içeren formu burundan sprey olarak, ölü virüs içerenleri ise kas içine enjeksiyon olarak uygulanır.

Günümüzde aşı üretimi yumurta hücrelerinde yapılmaktadır. Virüs, antibiyotikli bir karışım halinde döllenmiş tavuk yumurtalarına enjekte edilir. Her bir doz aşı için en az bir yumurta harcanır. Virüs, yumurta içindeki embryo kordon hücrelerinde çoğalır. Daha sonra çoğalmış virüs içeren bu kordon yumurtalardan çıkarılır ve santrifüjle saflaştırılır.

Grip virüsünün hızlı mutasyona uğrama özelliği nedeniyle yıllık grip aşıları virüs karışımı olarak üretilirler. Her yıl, Dünya Sağlık Örgütü Küresel Grip Takip Sistemi (WHO Global Influenza Surveillance Network) tarafından istatistiksel olarak bir sonraki yıl ortaya çıkması muhtemel üç farklı tip virüs (H1N1, H3N2, ve Type-B) seçilerek aşılar üretilir. Bu tahminin tutarlı olduğu yıllarda grip aşıları çok etkin olurken, tahmin dışında beklenmeyen bir mutasyonun ortaya çıkması halinde herhangi bir koruyuculukları düşüktür. Yüksek mutasyon oranı nedeniyle aşılar bir yıl içinde etkilerini kaybederler.

H1N1: Pandemik Grip (Domuz Gribi)

H1N1(Domuz Gribi) nedir?

H1N1 Belirtileri; Kaynak:ntvmsnbc.com

Domuz gribi, ya da resmi adıyla H1N1 Pandemik Grip, Nisan 2009 yılında ilk defa Meksika’da görülen bir tür griptir.

H1N1 virüsü insan, kuş ve domuzlara özgü grip RNA’larının üçlü kombinasyonunu içeren bir virüstür. Bu tip kombinasyonlar grip virüsünün gen değiş tokuş özelliği nedeniyle ortaya çıkabilmektedir. Birkaç yıl önce görülen Kuş Gribi (H5N1) de benzer bir kombinasyondu. Bir tür virüsle enfekte bir insan ya da hayvan, diğer tip virüsle de karşılaşırsa bu iki (hatta üç) virüs enfekte ettikleri hücre içinde gen alışverişinde bulunabilirler ve yeni bir hibrid tür virüs ortaya çıkarabilirler.

1918 yılında ortaya çıkan ve dünya çapında 50-100 Milyon insanın ölümüne yol açan İspanyol Virüsü de benzer bir hibrid virüstür. Bu salgın, Birinci Dünya Savaşı’nda ölen insan sayısının neredeyse 5 katı kadar daha fazla kişinin ölümüne neden olmuştur. Salgın sırasında 500 Milyon kişi ( her üç kişiden biri) hastalanmıştır. H1N1 virüsü yapısı itibariyle İspanyol Gribi ile benzerlikler göstermektedir.

H1N1 nomal grip virüsleri ile aynı şekilde bulaşır. Normal gribe benzer belirtiler verir: yüksek ateş, öksürük, başağrısı, kas ve eklem ağrısı, boğaz ağrısı ve burun akıntısı. İlaveten bazı kişilerde kusma ve ishal de görülebilir. Ancak bazı ciddi vakalarda zatürre ve ARDS denen solunum yolu komplikasyonlarına neden olabilir. ARDS, ya da Akut Solunum Yetmezliği Sendromu çok ciddi seyreden, ancak solunum cihazı ile tedavi edilebilen, buna rağmen ölüm oranı çok yüksek olan bir hastalıktır.

H1N1(Domuz Gribi) salgını neden önemli?

Her yıl pek çok grip salgını olur ve grip virüsleri her yıl değişir. Mevsimsel grip mutasyona uğrasa da daha önce ortada dolanan virüsler de benzer yapıda olduğundan hastalanan kişiler bağışıklık sistemlerinin eski deneyimleri sayesinde mevsimsel gribi daha hafif atlatırlar. Ancak H1N1 yeni bir virüs ve pekçok insanın bu virüse karşı hemen hiç bağışıklığı yok, bu nedenle hastalanan kişi sayısı mevsimsel gripten fazla ve hastalanan kişiler bu gribi çok daha ağır geçiriyorlar.

H1N1 ile ilgili bir diğer endişe edici durum ise özellikle genç insanlarda (15-45 yaş arası) hızla yayılması ve bu yaş grubunda ciddi komplikasyonlara neden olması. Virüsle karşılaşan pekçok kişi hastalığı hafif geçirse bile kronik hastalığı olmayan genç ve sağlıklı kişilerde yoğun bakımda tedavi gerektiren zatürre veya ARDS , hatta bu hastalıklara bağlı ölümler gözlenmekte.

H1N1 (Domuz Gribi) aşısı nedir?

H1N1 Domuz gribi aşısının yapı, içerik ve hazırlanma şekli açısından mevsimsel grip aşısından hiç bir farkı yok. Bu yıl, H1N1 pandemik Grip ve mevsimsel grip aşılarının ayrı iki aşı olarak karşıya çıkmasının tek nedeni H1N1 salgını ortaya çıktığında zaten 2010 yılına ait mevsimsel grip aşı üretimi başlamış durumda idi. Yumurtalar bir defa virüsle enfekte edildikten sonra süreci durdurmak veya H1N1 virüsünü halen enfelkte edilen yumurtalara eklemek mümkün olmadığı için H1N1 için yeni bir aşı hazırlandı. Bu süreçte de ilaveten milyonlarca yeni yumurta gerektiği için aşılar ilk etapta sınırlı sayıda üretilebildi.

Gerek mevsimsel grip, gerek domuz giribi aşılarının üretildiği teknik neredeyse 50 yıllık, geçen yıllar içinde aşının üretim tekniğinin ve aşının kendisinin güvenli olduğuna dair gayet net veriler mevcut.[1]

H1N1 (Domuz Gribi) aşısının yan etkileri neler?

Kullandığımız her ilacın nadiren de olsa görülebilen yan etkileri vardır. İlaç firmaları yasal olarak milyonda bir bile görülse bu yan etkileri rapor etmek ve prospektüs bilgisi ile kullanıcıları uyarmakla yükümlüler. Her gün kullandığımız en eski ve yaygın ilaçlardan biri olan Aspirin mide kanamasına neden olabiliyor. Hatta çocuklarda görülen ciddi bir nörolojik hastalık olan Reye Sendromu‘na neden olabilir. Ancak çoğumuz Aspirin kullanmaya devam ediyoruz, hatta pekçoğumuzun ateşlendiğinde, ağrısı olduğunda yaşamını kurtarmış ilaçlardan biri.

İlaçları kullanırken bu fayda-zarar dengesini göz önünde tutarak kararlarımızı veriyoruz. Doktorlar da buna göre ilaç reçete ediyorlar; herhangi bir ilacı kullanmanın getirdiği fayda, kullanmamanın getireceği riskten fazla ise o ilacı reçete ediyorlar, değilse alternatif başka bir ilaç veriyorlar. Yani ilaci kullanma durumundaki risk ile kullanmama durumundaki risk karsilastirilarak uygulama kararina varilir. Bilimsel yaklasim bunu gerektirir.

H1N1 aşısı da diğer tüm aşılar gibi bazı yan etkilere sahip. Ancak bu etkiler bu aşıya özgü etkiler değil. En sık görülen yan etkiler şunlar: aşının uygulandığı bölgede ağrı, kızarma, şişme, baş ağrısı, kas ve eklem ağrısı. Bu yan etkiler genelde hafif seyrediyor ve herhangi bir tedaviye gerek olmadan kendiğişinden birkaç günde iyileşiyor. Ateş, kas ve baş ağrıları çocuklarda biraz daha şiddetli görülebiliyor.

Nadiren, diğer grip aşıları gibi H1N1 aşısı da allerjik bazı yan etkilere neden olabilir. Bu durumda en uygun olanı kısa zamanda bir doktora danışmaktır.

İlaveten, yumurta allerjisi olanların hem mevsimsel hem de H1N1 pandemik grip aşılarından uzak durması gerekli. Aşılar yumurta içinde üretildiğinden içeriklerinde yumurta proteinleri var ve yumurta allerjisi olanlarda ciddi allerjik tepkilere neden olabiliyor.

Guillain-Barre Sendromu nedir?

İsmi sıkça Domuz Gribi aşısı ile birlikte anılan Guillain-Barre Sendromu (GBS), genellikle akut enfeksiyonlar sonrası tetiklenen otoimmun nörolojik bir hastalıktır.

GBS, %70 oranında bir viral enfeksiyonun ardından ortaya çıkar ve 100.000 kişide 1-2 oranında görülür. Viral enfekisyonlara ilaveten bazı bakteriyel enfeksiyonlar ve aşılar sonrasında da görülebilir. Oluşma nedeni, enfeksiyon sırasında vücuttaki enfeksiyon nedenini yok etmek üzere tetiklenen bağışıklık sisteminin sinir hücreleri kılıflarını tahrip etmesidir. İlk belirtileri bacaklarda başlayan güçsüzlüktür. Güçsüzlük yavaş yavaş bacaklardan yukarı tırmanır ve ağır vakalarda tüm bedeni felç edebilir. Uygun immunoglobulin tedavisi ve destek tedavi ile hastaların çok büyük bir kısmı tamamen iyileşir. Hastaların %80′i hastalığı takiben birkaç ay içinde tamamen iyileşmesine rağmen ağır vakalarda %2-3 civarında ölüm oranı mevcuttur.

Aşı prospektüslerinde grip aşısının nadiren de olsa GBS nedeni olabileceği belirtilmektedir. 1976′da ABD’de ortaya çıkan benzer bir Domuz Gribi sonrası GBS sıklığında göreceli artış yaşanmış olması nedeniyle bu uyarı o tarihten sonraki tüm aşılara eklenmektedir.

Aşı Yan Etkileri Bilgilendirme Sistemi (Vaccine Adverse Event Reporting System -VAERS)‘ne göre aşı sonrası GBS oluşma riski 1 Milyon kişide 1 civarındadır. VAERS verilerine göre 2009 yılında uygulanan 46.2 milyon doz aşıya bağlı ortaya çıkan GBS vaka sayısı 12 adettir. [2] Bu 12 vakadan sadece 4 adedin tanısı 2009 yılı sonu itibariyle kesinleşmiş GBS olup, diğer vakaların incelemesi ise halen sürmektedir.

GBS ve grip aşısı bağlantısını değerlendirmeden önce dikkat edilmesi gereken en önemli nokta GBS’in sadece aşı ile değil çok daha büyük olasılıkla (%70 oranında) enfeksiyon sonrası ortaya çıktığını anımsamaktır. Zira aşılanmamış bir kimsede virüsün kendisine bağlı olarak GBS ortaya çıkma riski çok daha yüksektir. Kısaca aşılanmak, grip virüsü nedeniyle ortaya çıkabilecek GBS vakalarının sayısını azaltmaktadır.

H1N1 ile ilgili Komplo Teorileri ve Hurafeler

Her konuda olduğu gibi H1N1 konusunda da ortada dolanan yanlış bilgilendirme hepimizin sağlığını tehdit ediyor. Komplo teorilerini kısaca inceleyelim:

“Domuz Gribi biyolojik silahtır!”

H1N1 virüsü, virüsün yapısı ve ortaya çıkış şekli bu güne dek bildiğimiz İnfluenza virüslerinin mutasyon özellikleri ile tamamen uyumludur.Domuzlar ve kuşlar memeli ve kuş virüsleri için ideal karışma ortamıdır. Kaldı ki dünya 1918′de ve 1976′da benzer hibrid virüslerden kaynaklanan başka salgınlar yaşamıştır. 1918 yılında yaşanan İspanyol Virüsü genetik mühendisliği diye bir bilim dalı yokken ortaya çıkmıştı.

Benzer bir başka iddia da bu virüsün biyolojik silah olarak üretildiği yolunda. Biraz biyoloji bilen ve biyolojik silah üretecek kadar da virüs ve bakterilerin özelliklerine hakim bir bilim adamı biyolojik silah olarak asla bir Influenza virüsünü seçmez. Yüksek mutasyon özelliği bu virüsün biyolojik silah olmasını kesin olarak engelleyecek faktörlerden biri. hangi bilim adamı laboratuvarda yıllarca uğraştıktan sonra yarttığı silahın bir iki ay içinde başka bir virüse dönüşmesini ister ki? Grip virüsleri yapıları gereği o kadar değişkenler ki bir ay önce çok öldürücü olan bir virüs iki ay sonra burun akıntısı yapar hale gelebilir.

“Domuz Gribini ilaç firmaları icat etti!”

Bir diğer iddia Tamiflu ve benzer antiviral ilçaların piyasasını yükseltmek için virüsü ilaç firmalarının icat ettiği yönünde. Bu komplo teorisinin de yukarıdakinden bir farkı yok: eğer firmalar ilaç tükemtimini artırmak istedikleri için virüs üretiyor olsalar kesinlikle grip virüsü kadar değişime meyilli bir virüs icat etmezlerdi.

İlaç firmaları kapitalist ve kar amaçlı firmalar da olsalar unutmamak gerekir ki bugünkü yaşantımızı, sağlıklı yaşlanabilmemizi ve bugün bize basit gelen pekçok hastalıktan ölmemiş olmamızı ilaç firmalarına borçluyuz. Yıllarca insanlığın korkusu olan veba hastalığı, cüzzam, tüberküloz gibi hastalıkları bugün önemsemiyoruz bile. Hepsinin ilacı var çünkü!

İlaç firmaları hem Dünya Sağlık Örgütü hem faaliyet gösterdikleri ülkelerdeki pek çok kurum ve yasa tarafından sıkıcı bir şekilde denetleniyorlar. Kaldı ki farklı ilaç firmalarında çalışan yüzlerce doktor her akşam yatarken ‘Yarın nasıl bir icat yapsak ta insanları öldürsek? ’ diye düşünmüyorlar.

“Domuz eti yemiyorum, bana birşey olmaz!”

Domuz gribinin adı H1N1 virüsünün içindeki bir paranın domuzlara zsgü grip virüsüne benzer olmasından ve ilk defa domuzlarda görülmesinden geliyor. Şu anda bulaşmasında domuzların hiç bir etkisi yok; aksine aynı normal grip gibi insandan insana geçiyor.

Domuz yemeseniz, görmeseniz de insanlarla iletişim halinde olduğunuz sürece risk altındasınız.

“Domuz Gribi aşısı çok tehlikeli, zaten onayı da yok!”

H1N1 aşısının, yukarıda da detaylandırıldığı gibi mevsimsel grip aşısından herhangi bir farkı yok. Üretim süreci, içindeki maddeler tamamen mevsimsel grip ile aynı. Üretimden yumurta kullanılması ve bu yıl iki farklı aşı gerekliliği nedeniyle yaşanan yumurta sıkıntısı H1N1 aşısında stok azlığı yaratmış durumda, bu durum da komplo teorisyenlerini körükleyen bir hava oluşturuyor.

H1N1 aşısı bazı komplo teorisyenlerinin sandığı gibi sadece Amerika kökenli bir aşı da değil.

Şu an piyasada üç adet aşı var: Novartis firmasının ürettiği Focetria; GlaxoSmithKline tarafından üretilen Pandemrix ve Baxter AG tarafından üretilen Celvapan.

Novartis firmasının İsviçre kökenli, Baxter fırmasının Amerikalı, GlaxoSmithKline firmasının ise İngiliz olduğunu belirtmekte fayda var.

Her üç aşı da hem FDA hem CDC hem de WHO tarafından onaylanmış durumda.[3][4]

“Domuz Gribi aşısı test edilmedi, denek oluyoruz!”

Bir ilacın veya bir aşının özellikle de gelişmiş ülkelerde piyasaya sürülebilmesi için binlerce deneği içeren kontrollü klinik deneylerden geçmesi şart. Tüm H1N1 grip aşsıları bu deneye tabi tutulmuş, güvenilirlikleri ve etkinlikleri bu deneylerle test edilmiş durumda. Aşılar ancak bu testlerden geçtikten sonra gerekli onayları alarak satışa sunulabiliyorlar. [5] [6]

Kaldı ki H1N1 için aşılama kampanyaları ABD ve Avrupa’da Türkiye’den çok önceden başladı.

Aşı ile korunun!

“Domuz Gribi aşısı otizm yapıyor!”

Aşıların otizme neden olduğu iddası bilimsel açıdan hiç bir geçerliliği olmayan bir iddia.

İddianın kökeninde 1998 yılında İngiltere’de Dr. Andrew Wakefield ve 12 meslektaşı tarafından yapılan ve Lancet dergisinde yer alan bir çalışma var. 12 otistik çocuğu konu alan bu çalışma sonunda Dr. Wakefield MMR (Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak) aşısının barsaklardan kana toksik maddelerin geçmesi sonucunda otizme neden olduğuna kanaat getiren bir bilimsel yazı yayınlıyor. Yazının hemen ardından İngiltere ve Amerika’da otizm-aşı ilişkisi en popüler konulardan biri oluyor ve aşılanma oranları ciddi anlamda düşüyor.

İzleyen yıllarda ABD’de Amerikan Pediatristler Derneği (AAP) aşılarda koruyucu madde olarak kullanılan bir cıva bileşiği olan Thimerosalmaddesi hakkında endişelerini dile getiriyor. Yapılan ardışık aşılardan alınan Thimerasol mikkatını sınırlamak için Amerika Halk Sağlıüı kurumu önem olarak aşılardan Thimerosal maddesini kaldırmaya karar veriyor. Aslında AAP tarafından dile getirilen endişede sadece civanın olası toksik etkileri yer alırken medya ve sözde-bilim yanlıları iki birbirinden bağımsız konuyu birleştirmekte bir sakınca görmüyorlar ve o tarihten beri Amerika’da kamuoyu gindemini aşılarda kullanılan thimerosal maddesinin otizm yaptığı yolundaki safsata meşgul ediyor.

Wakefield araştırmasının ardından farklı ülkelerde sayısız bilimsel araştırma ve çalışma ile ( ki bu çalışmaların bazıları 500.000 çocuk üzerinde 20 yıllık dönemleri kapsayacak şekilde yapılmış) otizm ve thimerosal arasında herhangi bir ilişki olmadığı ispatlanmış durumda. [7] [8]Kaldı ki bir porsiyon ızgara somon’da bir doz aşıdan çok daha yüksek oranda civa mevcut.

Dahası, 1998 yılında yayınlanan Wakefield araştırması, yapılan çalışmadaki yanlılık, hatalar ve çalışmayı yürüten Dr. Wakefield’in çalışma yaptığı sırada rakip bir MMR firmasının hissedarı olması nedeniyle saygın bir tıp dergisi olan Lancet tarafından tekzip ediliyor ve 2004 yılında yapılan bir açıklama ile Wakefield çalışmasına ait yayının güvenilir olmadığı basına ve tıp dünyasına duyuruluyor.[9] Wakefield ile birlikte çalışmayı yapan 12 doktordan 10 tanesi imzalı bildirge ile çalışmadan isimlerini çekiyor ve çalışmanın sonuçlarının bilimsel olmadığını açıklıyorlar. Dr. Wakefield bu çalışma nedeniyle hala etik kurullarda ifade veriyor.

Tüm bilim dünyası çalışmanın geçersiz olduğu, aşılarla otizm arasına herhangi bir ilişki olmadığı konusunda hemfikir olsalar da bu konu özellikle sözde-bilim savunucuları ve alternatif tıp yandaşları nedeniyle Amerika’da basının gündemini meşgul etmeye deval ediyor. [10] [11] HN1 aşısı da bu medya histerisinin kurbanı oldu, aşıya Amerika’daki ilk tepkiler Wakefield yandaşı sözde-bilimcilerden geldi. İnsanların çoğunluğu sorgulamadan ve bilimsel geçerliliğini araştırmadan kendilerine gelen e-postalara inandıkları ve bunları sağa sola ilettikleri işin bu asılsız endişe çığ gibi büyüdü ve dünyaya yayıldı.

Wakefield çalışmasının dünyaya kazandırdığı tek şey artan hastalık sayısı. 2008 yılında, daha önce Amerika’da neredeyse hiç görülmeyen kızamık hastalığı aileleri aşı karşıtı olduğu için aşılanmayan çocuklar arasında salgına neden oldu ve ölümle bile sonuçlanan vakalar görüldü.[12]

“Aşı olmak bireysel bir karardır, ben kendimi koruyabilirim aşıya ihtiyacım yok!”

Sanılanın aksine aşılanmak bireysel bir karar değildir.

Aşılar, Halk Sağlığı uygulamaları içinde toplum sağlığını en çok etkileyeni. Kişiler kendilerini veya çocuklarını aşılamayı bireysel bir karar olarak görüyor olsalar da aldıkları karar sadece kendilerini değil, toplumu da etkiliyor.

Burada Herd Immunity yani Toplum Bağışıklığı denen kavramdan söz etmekte fayda var. Bir toplumdaki bireyleri bir salgından korumak için o toplumda bağışıklık sahibi bireylerin sayısının belli bir orana ulaşması gerekiyor. Aşılanmak istese de aşılanamayak kimseler var: bağışıklık sistemi yetmezliği olanlar, kanser tedavisi görenler,organ nakli hastaları, kronik kan kastaları, çok yaşlılar, hamileler, çok küçük bebekler… Bu kişilerin hastalanmaması için toplumda bağışıklık sahibi bireylerin belli bir orana ulaşmasi gerekiyor. Bu oran hastalıktan hastalığa değişiyor ve bu orana Toplum Bağışıklık Eşiğideniyor.

Aşı ile engellenebilen hastalıklarda Toplum Bağışıklığı Eşikleri [13]
Hastalık Geçiş Şekli R0 Toplum Bağışıklık Eşiği
Difteri Salya 6-7  %85
Kızamık Hava 12-18 %83 – 94
Kabakulak Havadan damlacıklarla 4-7  %75 – 86
Boğmaca Havadan damlacıklarla 12-17 %92 – 94
Çocuk Felci Ağız-dışkı 5-7 %80 – 86
Kızamıkçık Havadan damlacıklarla 5-7 %80 – 85
Su Çiçeği Sosyal temas 6-7 %83 – 85

Aşılama, bu nedenle hastalık yayılmasına karşı bir bariyer oluşturuyor. Toplumdaki aşılı kişiler sayesinde aşılanamayan kişilerin hastalık etkeni ile karşılaşma ihtimali azalıyor, böylelikler hastalanmaktan hatta belki de ölmekten korunuyorlar. Kısaca aşılanmanız sadece sizi değil, temasta olacağınız küçük bebekleri, yaşlıları, çevrenizdeki hamileleri ve kanser hastası olan yakınlarınızı da koruyor.

Toplumdaki bağışık insan sayısı Toplum Bağışıklanma Eşiği’nin altina düştüğünde ise risk altındaki bu kişilerin hastalik kapma ihtimali yükseliyor.

Günümüzde aşılar sayesinde her yıl 3 milyondan fazla insan ölümden veya ömür boyu sakat bırakabilecek tüberküloz, difteri, çocuk felci gibi hastalıklara yakalanmaktan kurtuluyorlar. 30 yaş üzerinde olanlarımızın hayal meyal anımsadığı Çiçek Hastalığının kökü Dünya Sağlık Örgütü tarafından yürütülen aşı kampanyası sayesinde kurutuldu ve artık bu hastalık görülmüyor. Unutulmamalı ki, aşılama sonucu ortadan kaldırılmadan önce çiçek hastalığı her yıl ortalama 50 Milyon insanın ölümüne neden oluyordu! [14]

“Alternatif ve doğal ürünler beni H1N1′den korur!”

H1N1 virüsünün ortaya çıkardığı pandemiyi takiben fırsatçılar da gecikmedi. Piyasada ve iletişim kanallarında H1N1 virüsüne iyi geldiği iddia edilen bilimum doğal ürün mevcut. Arı ürünlerinden gümüş içeren spreylere, çay ve ilaçlardan şampuanlara kadar her türlü etkisiz ürün ve tedavi yöntemi mevcut.

Bu tip yayınlara kanmayın, kullanacağınız ilaç veya ürünün geçerli ve etkili olduğunu sağlık yetkililerinden ve güvenilir referanslardan teyit edin. [15]

Unutmayın alternatif tedaviler hem kesenize hem sağlığınıza zarar verebilir!

Nasıl Korunmalıyız?

H1N1 virüsü mevsimsel gribe benzer olarak enfekte olmuş kişilerin konuşurken, öksürürken ve hapşırırken havaya yaydığı damlacıklarla bulaşıyor. Hastalanmayı engellemenin en önemli yolu grip benzeri kişilerle olan temasınızı en aza indirmek ( hatta mümkünse ortadan kaldırmak ve aşağıdaki önlemleri almak:

Hastalık yaymayın!

  • Ağız ve burnunuza elinizle dokunmayın
  • Ellerinizi mümkünse sık sık sabunla yıkayın, sabun yoksa alkol bazlı bir dezenfektan kullanın.
  • Kalabalık yerlerden ve kapalı ortamlardan kaçının.
  • Bulunduğunuz yeri sık sık havalandırın.
  • Uyku ve beslenmenize dikkat edin, spor yapın.
  • Aşı olun!
  • Grip belirtileri göstermeye başladığınızda mümkün olduğunca evde kalın ve diğer kişilerle temas etmemeye çalışın.
  • Hapşırırken ve öksürürken ağız ve burnunuzu kapayın, ancak bunu yaparken avuçlarınızı kullanmayın, dirseğinize veya omuzunuza hapşırın.
  • Grip belirtileri ile birlikte yüksek ateş ve nefes darlığı çekmeye başlarsanız hemen bir sağlık kurumuna başvurun.
  • Grip iseniz seyahat etmeyin.


Aşılar ve Komplo Teorileri – Bölüm 1: Aşılar, Bulaşıcı Hastalıklar ve Bağışıklık Sistemimiz

$
0
0

Son birkaç yıldır yurtdışında aşı karşıtları ile koruyucu hekimlik yanlılarının mücadelesini izliyor ve bu sorunu gelişmiş ülkelerde tartışacak konusu kalmamış toplumun suni bir sorunu olarak görüyordum. Tam Türkiye’de bu tip bilimsel bir dayanağı olmayan halk sağlığını tehdit eden bir akımın mevcut olmadığına sevinirken, yavaş yavaş aşı karşıtlığı hareketinin oluşmakta olduğunu izliyorum. Durum böyle olunca da özellikle de internet ortamındaki asılsız iddia ve sansasyonların üzerine gidip onları çürütme işi Yalansavar’a düştü.

Konu uzun ve karmaşık, bu nedenle birkaç bölümde işlemeye çalışacağım:

Aşılar sayesinde yılda en az 3 milyon kişi ölümden kurtuluyor.

Aşılar son 300 yıl içinde, koruyucu hekimlik alanında yapılan en önemli tıbbi buluş. Bulaşıcı hastalıklara karşı aşı benzeri uygulamalar, tarihte 17. yüzyıla dek uzanıyor. O zamanlar insanlığın başbelası olan çiçek hastalığından korunmak için, aktif çiçek hastalığı geçiren bir kimsenin iltihaplı ayralarından alınan sıvı kurutuluyor ve kurumuş tanecikler deride yara açılıp buraya ekiliyor, ya da enfiye gibi burna çekiliyormuş. Bu yöntem epey yüksek bir ölüm riski taşısa da, eğer öldürmezse uygulayan kişinin çiçek hastalığına yakalanmasını engellediği için epey yaygınmış. 18. yüzyılda hastalardan alınan iltihap yerine hasta ineklerden alınan lenf düğümleri aynı iş için kullanılmaya başlamış. Aşılanma kelimesinin ingilizcesi olan “vaccination“, latince inek anlamına gelen “vacca” kelimesinden köken alıyor. :)

Günümüzde halen, aşılar sayesinde yılda yaklaşık 3 milyon kişi ölümden, çok daha fazlası da verem, çocuk felci, difteri, boğmaca, menejit gibi sakat bırakan veya kronikleşen hastalıklardan korunuyor. Çok daha önemlisi, 20. yüzyıldaki dünya çapında WHO (Dünya Sağlık Örgütü) himayesinde yapılan aşılama kampanyaları ile her yıl yaklaşık 50 MILYON kişinin ölümüne yol açan çiçek hastalığı ortadan kaldırıldı. Eğer 1974 yılından önce doğduysanız bu korkunç hastalığın aşısını kolunuzda çiçek şeklinde görebilirsiniz, ama 1974 ve sonrası yıllarda doğanlarda aşı izi yok, çünkü hastalığın kökü kuruyunca aşılama ihtiyacı kalmadı.

Neden aşılanmalıyız?

Bu sorunun en basit cevabı şu: Çünkü aşılar hayat kurtarıyorlar.

Şanslıyız, çünkü aşılama programları ve gelişmiş tıp sayesinde artık eskiden her aileden 3-5 kişinin ölmesinin rutin sayıldığı bulaşıcı hastalıkların ortadan kalktığı bir çağda yaşıyoruz. Etrafınıza bir bakın, ince hastalık’tan ölen duyuyor musunuz? Ya da çiçek hastalığından ölen?
Ben çocukken çocuk felci nedeniyle tekerlekli sandalyede olan ya da koltuk değneği ile gezen sınıf arkadaşlarım vardı. Bir önceki nesilin ise çocukları, kardeşleri çocuk felci, menejit gibi hastalıklardan ölüyorlardı. Annenize, anneannenize sorun, size anlatacaktır. Şimdiki çocukların sınıfında çocuk felçli sınıf arkadaşları yok, çocuk felci nedir onu bile bilmiyorlar. Onun için bugün 70-80 yaşına kadar sağlıklı yaşayabiliyorsak, çocuklarımız kuşpalazı, kızamık, verem, çocuk felcinden ölmüyorlarsa bunu aşılara borçluyuz.
Bu hastalıkları artık görmüyor olunca aşıların etkisi de unutuluyor, gelin biraz anımsayalım.

Çocuk Felci (Polio) hastaları için kullanılan Demir Ciğerler

Çocuk Felci (Polio):

  • Kalıcı sakatlık nedeni olan ciddi viral bir hastalık.
  • Su ve yiyecekle geçiyor, barsaklardan emileren santral sinir sistemine gidiyor.200 kişide bir oranında kalıcı felç yapma ihtimali var.
  • Felç olan hastaların %5-10′u solunum kasları da felç olduğu için ölüyor.
  • Aşılama programları sayesinde 1980′lerdin sonunda yılda 350 000 vakadan yaklaşık 1600 vakaya gerilemiş durumda.

Kızamık: Körlük ve SSPE denen beyin iltihabı sonucu kalıcı zeka geriliğine neden olabilir.

Kızamık:

  • Solunum yolu ile geçen çok bulaşıcı viral bir hastalık.
  • İlk belirtiler 10-12. günde ortaya çıkıyor: ateş, burun akıntısı, gözlerde kızarıklık ve ağız içinde beyaz noktacıklar.
  • Birkaç gün sonra yüzde döküntü başlıyor ve vücuda yayılıyor.
  • Zatürre, ağır ishal, körlük ve SSPE (Subakut Sklerozan Panansefalit) denen beyin iltihabına bağlı kalıcı zeka geriliğine neden olabilir.
  • Son yıllarda MMR aşısı sayesinde sıklığı %78 oranında azalmış olmasına rağmen ( 2000′lerde yılda 773 000 ölümden, 2008 yılında yılda 164 000 ölüme geriledi) aşılanma oranları düşen bölgelerde görülme sıklığı artıyor.

Menenjit: Yakalandıktan sonraki 48 saat içinde ölüme veya kalıcı nörolojik problemlere neden olabilir.

Menenjit (Meningokoksik):

  • Neisseria menegitidis isimli bir bakteriye bağlı olarak ortaya çıkan ciddi beyin zarı iltahabı.
  • Bakteri insandan insana öksürme veya konuşma sırasında solunum yolundan havaya fırlayan damlacıklarla geçiyor.
  • İlk belirtileri ense sertliği, yüksek ateş, ışıktan rahatsız olma,sersemlik hali, baş ağrısı ve kusma.
  • Erken tanı konsa bile tipik olarak hastaların %5-10′u belirtilern başlamasından 24-48 saat içinde ölüyor. Kalan hastaların %10-20′sinde kalıcı beyin hasarı, sağırlık, öğrenme güçlüğü gibi sekeller kalabiliyor.
Uzatmıyorum, amacım artık aşılar sayesinde  ne kadar tehlikeli ve acı verici olduğunu unuttuğumuz hastalıkları kısaca anımsatmaktı. Daha fazla örnek vaka görmek istiyorsanız Amerikan Pediatri Derneği‘nin aşı ile önlenebilen hastalıklar konulu web sitesine bakmanızı öneririm.

Bağışıklık Sistemi nasıl çalışır?

Peki, nasıl oluyor da aşılar işe yarıyorlar? Bunun için kısaca bağışıklık sistemimizin nasıl çalıştığını anımsamakta fayda var.

Her bebek, dış ortamdan gelecek yabancı mikro-organizmalara  karşı savaşacak bir bağışıklık sistemine sahip olarak doğar. Farklı hücreler, salgı bezleri, organlar ve kan ile lenf sıvılarının bütününden oluşan bağışıklık sistemi, vücuda bir yabancı bir antijen ( yabancı bir bakteri ya da virüs) girdiğinde bu giren işgalcilerle savaşmaya yarayan antikor denen proteinler üretir. Antikor üretimi oldukça karmaşık bir süreçtir, pekçok farklı çeşit hücrenin ortaklaşa çalışması sonucunda üretilir.

Bağışıklık Sistemi farklı hücre ve salgılardan oluşmuş karmaşık bir sistemdir.

Normal, sağlıklı bir bağışıklık sistemi bizler farkında bile olmadan her gün binlerce saldırıya maruz kalır ve milyonlarca antikor üretebilir. Antikorlar, bir kez işgalci antijenlerle karşılaştıklarında yok olurlar, ancak bu antikorları üreten plazma hücreleri yok olmaz ve “hafıza hücreleri” haline gelirler.Bu hafıza hücreleri, ilk karşılaştıkları antijenleri hatırlarlar ve aynı antijen tekrar vücuda girdiğinde bu defa eskisine göre çok daha kısa bir sürede etkili antikoru üretebilirler.

Aşılar hafıza hücreleri oluşturarak bağışıklanmamızı sağlar.

Aşılar, hastalık içeren bakteri ve vürüslerin antijenlerinin tamamını ya da bir kısmını içeren bileşiklerdir, ancak hastalığın kendisine sebep olmamaları için içerdikleri vürüs ya da bakteriler ya ölü ya da iyice zayıflatılmış haldedirler. Böylece kas içi veya deri altına enjekte edildiklerinde hastalık yapmazlar, ancak bağışıklık sistemi için gene de yabancı antijenler olduklarından bağışıklık sisteminin aktif hale getirerek antikor üretimi yapılmasını sağlarlar.

Aşılanmanın ardından hafıza hücreleri oluşur, ve ileride aşılanan kişinin hastalık yapan etkenle karşılaşması halinde bu hücreler hızlıca aktif hale geçerek yüksek miktarda antikor üretirler. Böylece aşılanan  kişi, vücuduna giren hastalık yapıcı etkene yenik düşmeden, hastalanmadan, bağışıklık sistemi sayesinde bu virüs veya bakteriyi hızla ortadan kaldırabilir.

Aşıların nasıl üretildiklerini görmek için şuraya bakabilirsiniz.

Peki, son 50 yılda milyonlarca insanın hayatını kurtarmış, yüzlerce yıldır güvenle uygulanan, nasıl çalıştığı bilimsel olarak sayısız araştırma ve yayın ile son derece net ve açık olarak bilinen bu koruyucu hekimlik yöntemi nasıl oldu da 21. yüzyılda en büyük tartışma konularından biri haline geldi?

Bunun için lütfen okumaya devam edin. Bir sonraki bölüm: Aşı Karşıtı Hareket ve Dr. Andrew Wakefield.

Kaynaklar:

  1. Hviid et al. (2003). Association Between Thimerosal-Containing Vaccine and Autism. Journal of American Medical Association.
  2. American Academy of Pediatrics. (2011).
  3. Begley, S., & Interlandi, J. (2009, March 2). Anatomy of a Scare. Newsweek.
  4. Center for Disease Control. Immunization Safety and Autism- Thimerosol and Autism Research Agenda. Retrieved from CDC Website: http://www.cdc.gov
  5. Department of Health and Human Services Center for Disase Control. (2011). Vaccines & Immunizations. Retrieved from Center for Diesae Control (CDC) Web site: http://www.cdc.gov/vaccines/
  6. Fombonne, E. (2009). Epidemiology of pervasive developmental disorders. Pediatric Research, 65(6), 591-8.
  7. Fombonne, E., Zakarian, R., Bennett, A., Meng, L., & McLean-Heywood, D. (2006). Pervasive Developmental Disorders in Montreal, Quebec, Canada: Prevalence and links with immunizations. Pediatrics.
  8. Geier, D. A., & Geier, M. R. (2003). A Case Series of Children with Apparent Mercury Toxic Encephalopathies Manifesting with Clinical Symptoms of Regressive Autistic Disorders. Journal of Toxicology and Envionmental Health.
  9. Glazer, S. (2003, Jun 13). Increase in Autism. CQ Researcher.
  10. Gross, L. (2009, May). A Broken Trust: Lessons from the Vaccine-Autism Wars. Public Library of Science, 7(5).
  11. Halsey, N. A., & Hyman, S. L. (2000). Measles-Mumps-Rubella Vaccine and Autistic Spectrum Disorder. Report From The new Challenges in Childhood Immunizations Conference . Oak Brook, Illinois.
  12. Horton, R. (2004). A Statement by the editors of the Lancet. The Lancet, pp. 820-821.
  13. Kaiser Research Institute. (2004, Feb 25). Letter from Kaiser Research Institute to Mark Geier M.D.
  14. Koch, K. (2000, Aug 25). Vaccine Controversies. CQ Researcher.
  15. Madsen, K. M., Hviid, A., Vestergaard, M., Schendel, D., Wohlfahrt, J., Thorsen, P., . . . Melbye, M. (n.d.). A Population Based Study of Measles, Mumps, and Rubella. Vaccination and Autism. (2002) New England Journal of Medicine.
  16. Mutter, J., Naumann, J., Schneider, R., Walach, H., & Haley, B. (2005). Mercury and Autism: Accelerating evidence? Neuroendocrinology Letters.
  17. Offit, P. A. (2008). Vaccines and Autism revisited: The Hannah Poling Case. New England Journal of Medicine.
  18. Offit, P.A. (2010) Autism’s False Prophets: Bad Science, Risky Medicine and the Search for a Cure. Colombia University Press.
  19. Omer, S. B., Salmon, D. A., Orenstein, W. A., deHart, P. M., & Halsey, N. (2009). Vaccine Refusal, Mandatory Immunization, and the Risks of Vaccine-Preventable Diseases. NEJM.
  20. Park, A. (2008, June 2). How Safe Are Vaccines? Time.
  21. Parker, S. K., Schwartz, B., Todd, J., & Pickering, L. K. (n.d.). Thimerosal-Containing Vaccines and Autistic Spectrum Disorder: A Critical Review of Published Original Data. Pediatrics.
  22. Schecter, R., & Grether, J. (2008). Continuing Increases in Autism Reported to California’s Developmental Service System: Mercury in Retrograde. Arch gen Psychiatry.
  23. Smith, M. J., Ellenberg, S. S., Bell, L. M., & Rubin, D. M. (2008). Media coverage of the MMR vaccine and Autism controversy and its relationship to MMR immunization rates in the US. Pediatrics.
  24. Sugarman, S. D. (2007). Cases in Vaccine Court – Legal Battles over Vaccine and Autism. New England Journal of Medicine.
  25. The Collage of Physicians in Philadelphia. (2011). The History of Vaccines. Retrieved from The History of Vaccines:
  26. World Health Organization. (2007). Prevent. Protect. Immunize.
  27. SSPE Derneği Web sitesi. (2011).

Aşılar ve Komplo Teorileri – Bölüm 2: Dr. Andrew Wakefield ve Aşı Karşıtı Hareket

$
0
0

Birinci bölümde Aşılar, Bulaşıcı Hastalıklar ve Bağışıklık Sistemimiz ile ilgili genel bilgilerden bahsetmiştim. Bu bölümde Aşı Karşıtı Hareket, bu hareketi tetikleyen kişi olan Dr. Andrew Wakefield ve bu grubun öne sürdüğü “Aşılar otizme neden oluyor!” iddialarını inceleyeceğiz.

Andrew Wakefield’in İngiltere’de başlattığı aşı karşıtı kapmanya, ABD’de Jenny McCarthy desteği ile yayılıyor.

Aşılara ilişkin şüphe ve korkuların kaynağı taa 1800′lü yıllara uzanıyor. Zaman içinde dini, hijyenik veya politik pek çok aşı karşıtı akım doğmuş. Bu akımlıların günümüzde en etkin olanları aşıların otizm hastalığına neden olduğunu ileri sürüyor. Aşılar ve otizm hakkındaki iddialar aslında bağımsız iki noktadan başlamasına rağmen günümüzde birbiri ile iç içe girmiş, kaynaşmış halde. Bunlardan ilki Dr. Andrew Wakefield’in başlattığı MMR ( Kabakulak, Kızamık ve Kızamıkçık) aşısı ile ilgili kaygılar ikincisi ise aşılara eklenen koruyucu bir madde olan Timerosol hakkındaki şüpheler.

Dr. Wakefield, MMR aşısı ve Timerosol ile ilgili detaylara girmeden önce, bilimin ve bilimsel çalışmaların nasıl yapıldığını anlamak ve otizm hastalığının ne olduğunu kısaca anımsamakta fayda var.

Bilim Nasıl Çalışır?

Bilim, yapısı gereği şöyle işler:
  • Bir bilim adamı, araştırdığı konuyu önce gözlemler.
  • Daha sonra bu gözlemler doğrultusunda, gözlediklerini açıklayacak bir hipotez ortaya atar.
  • Ardından bu hipotezi test eder.
  • Hipotezini teyit ettiğinde bunu akademik yayınlar aracılığı ile akamedik çevrelere aktarır.
  • Daha sonra dünyanın başka yerlerindeki başka bilim adamları aynı hipotezi kendi yaptıkları çalışmalarla tekrar tekrar test ederler. Zira bilimsel olarak geçerliği kanıtlanan bir hipotezi tesadüfi bulgudan ayıran en önemli özelliği tekrar edilebilir, ve tekrar edildiğinde aynı sonucu veriyor oluşudur.
  • Yapılan yeni çalışmalar ilk hipotezi destekledikçe hipotez sağlamlaşır ve teori haline gelmeye başlar.
  • Aksi bir durum olduğunda, yani hipotez yapılan tekrarlanan deneylerle çürütüldüğünde, iyi bir bilim adamının yapması gereken şey geriye bir adım atmak, hipotezini gözden geçirmek ve meslektaşlarının bulguları ışığında gözden geçirmek ve düzeltmek, ya da o hipotezin yanlış olduğunu kabul edip bir başka hipotez ileri sürmektir.
  • Hipotezler teoriye dönüştüklerinde bile farklı bilim adamlarında tekrar tekrar denenenerek sınanırlar. Zira bilimsel gerçeklerin en önemli özellikleri, tekrarlanan deneylerde aynı sonucu veriyor olmalarıdır.
  • Tekrar tekrar onanan teoriler, artık bilim çevreleri tarafında oybirliği ile doğru kabul edilen bilimsel gerçekler olarak kabul edilirler.

Bilim nasıl çalışır?

Aşı karşıtı hareketin iddialarını değerlendirirken, bilimsel yöntemin nasıl işlediğini aklınızda tutmanızda yarar var.

Otizm ve Benzer Sendromlar

Otizm,  diğer insanlarla iletişim azlığı, azalmış sosyal etkileşim, empati yoksunluğu, zayıflamış iletişim yetileri ve terarlayan davranış paternler ile kendisini gösteren nörolojik bir gelişim kusuru.

1960′lı yıllara dek tek bir hastalık kabul edilen otizm, son yıllarda benzer belirtilerle seyreden Asperger Sendromu, Rett Sendromu ve benzer hastalıklar ile birlikte Yaygın Gelişim Bozuklukları (Pervasive Developmental Disorers-PDD) hastalık grubunun içinde yer alan bir varyant olarak kabul ediliyor. Klasik otistik çocukların yaklaşık yarısında zeka ve konuşma gerliği gözlenirken, otizmin hafif bir formu olan Asperger Sendromu’unda bu oran oldukça düşük.  Asperger sendromlu kişiler içine kapanık, insan ilişkileri zayıf egzantirik kimseler olarak algılanıyorlar, bu nedenle de tanı konması oldukça güç bir durum. Bu grup hastaların bir kısmında savant özellikler denilen ileri matematiksel veya diğer yetiler mevcut olabiliyor. Ünlü bilim adamı Nikola Tesla, aktör Dan Akroyd, Daryl Hannah ve Wikileaks’in kurucusu Jullian Assange Asperger Sendromu olduğu söylenen ünlü üsümler arasında geçiyor.

Otizm konusundaki spekülasyonların artmasının başlıca nedeni  1980′lerde 1000 çocukta 0.47 olarak izlenen otizm sıklığının 1990′larda 150 çocukta 1 gibi yüksek bir orana yükselmiş olması. Bilim adamları bu artışın bir nedeninin daha önce tanı konamayan Asperger Sendromu gibi hafif otizm spektrumunda yer alan ve önceleri sadece egzantirik ve çekingen olarak algılanan kişilerin artık otizm hastları içinde sayılması olduğunu sanıyorlar.

Her ne kadar otizm hakkında yapılan çeşitli çalışmalar, hastalığın nedenlerini genetik ve biyokimyasal ve gebelik sürecinde fötüsün karşılaştığı fiziksel  faktörler üzerine odaklanmış olsa da, henüz otizm’e neden olan faktörlerin tam olarak bilinememesi, hastalığın bebek doğduğunda anlaşılmayıp tanının 4-5 yaşında konabiliyor olması ve artan yaygınlık otizm hakkında sıklıkla karşımıza çıkan çok sayıdaki komplo teorisinin nedeni.

Ancak şu konuda tüm tıp ve bilim dünyası hemfikir: Aşılar ve otizm bağlantısını ilk ortaya koyan kişi İngiliz hekim Dr. Andrew Wakefield.

Dr. Andrew Wakefield

Artık “Dr.” ünvanı kalmamış olan Andrew Wakefield

Bir İngiliz gastroenteroloji ( mide-barsak sistemi hastalıkları) uzmanı olan Dr. Andrew Wakefield, 1998 yılında 12 çalışma arkadaşı ile birlikte, dünyanın önde gelen tıp dergilerinden birinden olan Lancet dergisinde MMR ( Kızamık, Kızamıkşık Kabakulak karma aşısı) aşısı ile otizm arasında bir bağlantı olma ihtimalini öne süren  bilimsel bir bir makale yayınladı. Bu makalede, MMR aşısınındaki canlı virüsün barsak mukozasının geçirgenliğini artırarak kana, oradan da beyine geçtiğini, ve böylelikle otizme neden olduğunu iddia ediyordu. Bu iddianın dayanağı olarak da makalenin yazıldığı klinik çalışmada yer alan 12 çocuğun (evet, sadece 12!) hepsinde de otizm bulgularının MMR aşılamasından bir ay sonra ortaya çıktığı, hepsinin barsak biyopsilerinde ortak bulgular olduğu gösteriliyordu.

Wakefield ve arkadaşlarının çalışmasında ciddi metodoloji problemleri vardı ve bu nedenle bilimsel çevreler tarafından şüphe ile karşılandı. Her şeyden önce çalışma sadece 12 çocuk üzerinde yapılmıştı. O yıllarda İngiltere’de ayda 50.000 çocuk MMR aşısı olurken, bu bağlantının sadece 12 çocukta gösterilmesi verilerin tesadüfi olma ihtimalini düşündürüyordu. Çalışmada, bilimsel deneylerde altın kriter sayılan  kontrol grubu yoktu, bulgular MMR aşısı olmayan çocuklardan alınan örneklerle karşılaştırılmamıştı. İlaveten makale yazarlarının teorisinin kaynağında yatan barsaktan kana, oradan da beyine geçen zehirli maddler saptanmamış veya MMR aşısına ait kalıntılar saptanmamıştı. İlerleyen yıllarda başka bilim adamları tarafında yapılan  otizm’in olası genetik nedenleri üzerine yapılmış daha güvenilir çalışmalar mevcuttu ve araştırmalarda hastalığın genetik olduğu ihtimalini güçlendiren bazı verilere rastlanmıştı.

Makaledeki bu zayıf noktalara rağmen, sansasyonel bir konu olduğu için, medya organları makale bulgularını haber yapmaya başladılar. Anne -babalar arasında yayılan endişe ve ardından panik dalgası nedeniyle  1998 -2003 yılları arasında İngiltere’de MMR aşılanma oranları %92′den %80′e geriledi.

İzleyen yıllarda, en başta bahsettiğimiz bilimin çalışma şekli nedeniyle Wakefield ve ekibinin vardığı sonuçları tekrar etmeyi hedefleyen pek çok birbirinden bağımsız bilimsel çalışma yapıldı, ama Wakefield’in sonuçlarını bir daha  tekrar etmek mümkün olmadı.

Yapılan çalışmaların, yazılan makalelerin sayısı yüzlerce. Bu konuyu merak ediyorsanız dünyadaki tıbbi çalışmalara ait makalelerin derlendiği Amerikan Ulusal Tıp Kütüphanesi PubMed web sitesine gidip tüm makalelere bakabilirsiniz.  Anahtar kelimelere “aşılar ve otizm” yazdığınızda 500′den fazla makale geliyor, ki bu sadece başlangıç. :)

Ancak sanıyorum Wakefield’in çalışmasındaki 12 örnek vaka ile karşılaştırmak adına yapılmış en kapsamlı çalışmalara değinmek yerinde olacak:

  • Danimarka’da yapılan 1991-1998 yılları arası doğan 500.000 çocuk üzerinde yapılan bir çalışma “MMR aşıları ile otizm görülme sıklığı arasında bir ilinti olmadığını, hastalık sıklığının aşılanmış ve aşılanmamış çocuklarda aynı olduğunu” saptadı.
  • Finlandiya’da 1982-1996 yılları arasında yapılan ve 1.8 milyon çocuğu kapsayan çok geniş kapsamlı bir çalışmada MMR aşısı olan 1.8 milyon çocuktan 174 tanesinde çeşitli yan etkiler görülmesine rağmen  -ki bunlar enfeksiyon ve benzeri otizmle ilgisiz yan etkiler-, aşılama ile otizm arasında bir bağlantı bulunadığı saptandı.
Liste uzatmayayım, merak ediyorsanız daha yüzlercesini kendiniz bulabilirsiniz. Şurada da yapılan tüm çalışmaları tablo halinde özetleyen bir makale mevcut. :)

Wakefield’in düşüşü

2004 yılında Wakefield’in orjinal çalışmasının altında yatan bazı gerçekler gün ışığına çıktı. Hepsi son derece ciddi etik sorunlar ve çıkar çatışmaları içeren bu gerçeklerin en belli başlılarına bakalım:

  • Bu tip bilimsel çalışmalarda örnek vakaların rastgele seçilmesi gerekirken, Wakefield’in üzerinde çalıştığı 8 çocuktan 5 tanesi aşı üreticilerine toplu dava açan aynı avukatın müşterileri idiler.
  • Bilimsel çalışmalarda, etik olarak, her tür maddi desteğin çalışmalanın tarafsızlığını korumak için ilan edilmesi gerekirken, Wakefield’in bu çalışma sırasında bu 5 çocuğun avukatından 50.000 İngiliz Sterlini para kabul ettiği ve bu maddi yardımı çalışma ile ilgili hiç bir yerde beyan etmediği saptandı.
  • En önemlisi, bu araştırma sırasında Wakefield’in aslında bir rakip Kabakulak aşısının patenti için başvuruda bulunduğu, yapılan çalışmanın kullanmakta olan aşıyı karalama ve Dr. Wakefield’in ortağı olduğu firmanın aşısını piyasa sürmek amaçlı olduğu saptandı.
2004 yılında ortaya çıkan bu detayların üzerine, çalışmada Wakefield’in ekibinde yer alan 12 doktordan 10 tanesi çalışmadan çekildiklerini açıkladılar. 2010 yılında Lancet dergisi kamuoyuna bir açıklama yaparak etik dışı uygulamalar ve sonuçların çarptırılması nedeniyle makaleyi yayından çektiğini açıkladı.
Wakefield’in düşüşü sadece makalenin geri çekilmesi ile bitmedi. Yaptığı çalışmanın sansasyonel hale gelen sonuçlarının İngilere ve Dünya halk sağlığına olumsuz etkisi,  Wakefield’in içinde bulunduğu karmaşık ve kirli çıkar ilişkileri Birleşik Krallık Tıp Konseyi’nin dikkatini çekti ve konseyin etik komitesi 24 Mayıs 2010 tarihinde yayınladığı bir genelge ile ciddi mesleki suistimaller ve etik dışı uygulamlar yaptığı tespit edilen Andrew Wakefield’in “Doktor” ünvanını geri aldı ve doktorluk yapmasını yasakladı:
…Panel, Dr. Wakefields’in araştırmaları sırasında pek çok etik sınırı aştığını tepit etmiştir. Halk sağlığı üzerine doğrudan etkisi olabilecek bir araştırmanın  sonuçlarını yayınlarken dürüst davranmamış ve bilimsel verileri meslektaşlarından gizlemiştir. Araştırmada kullanılan LAB fonlarını açıklamamış ve bu konuda yanıltıcı beyanatlarda bulunmuştur. Daha da önemlisi araştırmaya ödenek sağlayan kişilere olan sorumluluğunu yerine getirmemiş ve bu ödenekleri kendi çıkar ilişkileri doğrultusunda yönetmiştir. Bir doğum gününde çocuklardan kan alırken son derece duyarsız davranmış ve mesleği ile bağdaşmayacak kadar saygısız bir şekilde küçük çocukları strese sokmuş ve onlara ızdırap vermiştir….
… tüm bu hususlar göz önüne alındığında, Dr. Wakefield’in adının tıbbi kütükten silinmesine karar verilmiş olup….

2011 yılında dünyanın önde gelen prestijli tıp dergilerinden British Medical Journal’da, Wakefield vakasındaki karmaşık dolandırıcılığı tüm detaylarına kadar inceleyen iki bölümlük bir makale yayınladı. ( Birinci ve ikinci bölümleri okumak için tıklayın.)

Artık doktor olmayan Andrew Wakefield, şu anda Amerika’da yaşıyor ve  halen aşı karşıtı lobi üzerinden geçimini sağlıyor.

Amerika’daki Aşı Karşıtı Hareket

Amerika’daki aşı karşıtı hareketin güçlenmesinde Andrew Wakefield’ in neden olduğu sansasyona ilaveten başka nedenler de var.

Amerika’da aşılarda 1930′lardan beri civa kökenli bir bileşik olan Timerosal koruyucu olarak kullanılıyordu. 1997 yılında İngiltere’deki MMR aşısı histerisinden bağımsız olarak FDA, 6 aylık bebeklere yapılan aşılar sonucunda bu bebeklerdeki kan Timerosol değerlerinin 187.5 mikrogram’a çıkabileceğini duyurdu. Artık civa’nın olası toksik etkileri bilindiği için, Amerika Pediatri Akademisi (AAP) ve Amerika Halk Sağlığı Enstitüsü ortak karar alarak o tarihe kadar zararlı bir yan etkisi saptanmamış olsa da Mart 2001 tarihinde  önlem olarak grip aşısı haricindeki aşılardan Timerosol maddesini çıkardılar.

Her ne kadar AAP’nın önlem olarak yaptığı bu girişim tamamen olası bir yan etkiye karşı önlem amacıyla yapılmış olsa da, MMR ile ilgili haberlerin arttığı zamanda yapılan bu uygulama halkta genel bir huzursuzluk ve endişe yarattı ve anne babalarda aşıların yan etkileri konusunda şüphe tohumları ekmeye yetti.

Jenny McCarthy

ABD’deki aşı karşıtı hareket önderi eski Playboy modeli Jenny McCarthy: kendi deyimi ile “Google Üniversitesi’nden mezun” olarak herhangi bir tıp eğitimi olmaksizin otizm hakkında bir kitap yazdı.

İngiltere’de lisansını kaybeden ve doktorluk yapmaktan men edilen Andrew Wakefield’in ABD’ye yerleşmesi ile eş zamanlı olarak, otistik bir oğlu olan eski playboy modeli Jenny McCarthy otizm konusunda bir kitap yazmaya karar verdi. McCarthy, bu kitabın yazmadan kısa bir süre öncesine kadar oğlunun otistik olduğu gerçeğini red ediyor ve oğlunun telepati vb gibi doğa üstü güçleri olan bir “İndigo Çocuk” olduğunu iddia ediyordu. Hatta Indigo çocukların doğa dışı akıllı varlıkların dünyadaki re-enkarnasyonu olduğunu iddia eden bu bilim-dışı doğaüstü akımın öncülüğünü yapmış ve indigomoms.com isimli bir web sitesi kurmuştu. Otizm ile ilgili yazdığı kitabın tanıtımından hemen önce bu web sitesi yayından kaldırıldı. Kitap tanıtımı için Amerika’nın en çok izlenen programlarından biri olan Oprah Show’a  çıkan Jenny McCarthy, kendi ifadesi ile “Google’da arama yaparak kendisini eğitmiş -her fırsatta Google üniversitesinden mezun olduğunu ifade ediyor-, anne içgüdüleri ile çocuğuna gereken tedaviyi hissetmiş ve buğday ile süt içermeyen bir diyet yardımı ile oğlunun otizmini tedavi etmiş“. :)

Jenny McCarthy, aşılar ve otizm arasında bir ilinti olmadığını ispat eden milyonlarca vaka üzerinde yapılan çalışmalara rağmen halen Amerika’daki Dr. Wakefield sempatizanlarının başında geliyor. Ancak son yıllarda sayıları gittikçe artan ve aşıların güvenilirliğini tekrar tekrar kanıtlayan bu çalışmalara rağmen 12 kişilik etik olmayan bir çalışmayı kamuoyuna “gerçek” diye dayattığı için de epey ciddi eleştirilere maruz kalmakta.

Dr. Mark Gier ve Dr. David Geier

Dr. Mark Geier ve oğlu David Geier

Aşılar ve otizm ilintisini popüler medya, komplo teorisyeni ciddiyetsiz web siteleri veya bilimin yanında batıl inancın kol gezdiği forumlar haricinde ciddi tıbbi kaynaklar ve PubMed kütüphanesinden okumak istediğinizde aşıların otizmle bir ilgisi olmadığı sonucuna varmış binlerce çalışmanın yanısıra, bunun aksini iddia eden az sayıda çalışma bulacaksınız. Biraz dikkat ederseniz çok da güvenilir olmayan bu çalışmaların  büyük sıklıkla Dr. Mark ve Dr. David Geier’la ait olduğunu görebilirsiniz. Eğer biraz aşı karşıtı web sitesi okursanız  bu ikilinin Wakefieldin yanısıra referans alınan iki doktor olduğunu görebilirsiniz. Bu yaygınlık ve bol referans gösterilme nedeniyle kısaca Dr. Geier’lerin kim oldukları ve şu an ne yaptıklarına da değinmekte fayda var.

Baba-oğul olan Dr. Mark ve Dr. David Geier’in dosyaları da Dr. Wakefield’dan farklı değil. Dr. Mark Geier, hekim olmasına rağmen pediatri, endokrinoloji veya otizm üzerine uzman bir hekim değil. Oğlu David Geier ise doktor olmamasına ve sadece biyoloji bölümünden mezun olmasına rağmen yakın zamana kadar Dr. ünvanını gayet rahatlıkla kullanıyor ve yasalara karşı gelerek hasta muayene ediyordu. Bu ikili yazdıları birkaç makalede testosteronun civayla bir bileşik oluşturduğu, ve bu bileşiğin kan beyin bariyerini geçerek beyinde birikerek otizme neden olduğunu iddia ettiler. Onlara göre otistik çocuklar aslında çok fazla testerteron salgılayarak erken ergenliğe giriyorlar, aşılardan aldıkları Thimerosol maddesindeki civa ile hormonları etkileşime geçiyor ve bu nedenle de otizme yakalanıyorlardı.

Bu desteksiz iddialarla yola çıkan Dr. Geier ikilisi, Lupron isimli bir ilacın otizmi tedavi ettiğini iddia ederek bu tedaviyi oldukça çok sayıdaki otistik çocuğa uygulamaya başladılar. Sorun şu ki, kullandıkları ilaç olan Lupron, prostat kanseri hastalarına veya ciddi hormonal bozukluğu olan ergenlere verilen, hipofiz salgısını baskılayan çok güçlü bir ilaç ve geri dönülmez kimyasal kastrasyon ( hadımlık) yapabiliyor. İlaç, bu yan etkisi nedeniyle genelde cinsel taciz suçlularına cinsel dürtülerini kalıcı olarak bastırmak için kullanılıyor.

Baba-oğul Geier’ler bu bilimsel herhangi bir destekleyici verisi olmayan, hiç bir tedavi protokolünde yeri olmayan ve dahası onaylanmamış  kendi uydurdukları bu tedavi yöntemini çok sayıda çocuk üzerinde denediler. Bu işlemi onay ve lisansları olmadan kendi bodrumdan bozma “kliniklerinde” yaptılar.

Dahası da var. :)

Bilimsel literatürde ”peer review” denen bir kavram vardır. Bilimsel bir çalışmayı anlatan makalelerin, bir bilimsel dergide yayınlanmadan önce makale konusunda yetkin diğer bilim adamları veya bir kurul tarafından onaylanması gerekir. Makaleler, ancak bu onaydan geçerlerse yayınlanabilirler. Bu mekanizmanın amacı abuk subuk, bilimsellikten uzak çalışmaların uluslarlarası bilim yayınlarını meşgul etmesini engellemek ve yayınlanmaya değer bulunan çalışmaların en azından belirli güvenilirlik ve bilimsellik standartlarına sahip olmasını sağlamaktır. Peki bu mekanizmaya rağmen Dr. Mark ve David Geier’in makaleleri nasıl oldu da seçkin bilimsel dergilerde yayınlandı?

Bunun cevabı Lupron tedavisi ile ilgili açılan araştırma sonunda açıklığa kavuştu. Dr Geier ve oğlu’nun makalelerinin hepsini onaylayan Instutitional Review Board of Chronical Illness isimli komite’nin Dr. Mark Geier tarafından kurulmuş düzmece bir komite olduğu, Mark Geier’ın komite başkanı olarak kendisini atadığı ve IRB kurulunun adresinin de Dr. Geier’ın ev adresi olduğu ortaya çıktı! :)

Kişinin kendi yazdığı bilimsel çalışmanın bilimselliğini gene kendisinin onaylaması kulağa pek de etik gelmiyor, değil mi?

Sonuçta, tüm bunları göz önünde bulunduran Maryland Eyaleti Tıp Kurulu, Mart 2011′de bir genelde yayınlayarak Dr. Geier’in hekimlik yapma lisansını lağvetti ve kendisine ve doktorluk yapma lisansı olmadan hasta tedavi eden oğlu David Geier’e ağır yaptırımlar uyguladı. Bu karara zemin hazırlayan 9 hastanın detaylı tedavileri ve Dr. Geier’ın yaptığı etik dışı diğer uygulamaların detaylı dökümü için Maryland Tıp Kurulu’nun ilgili karar tutanağını okumanızı öneririm.

Bu bölümde Aşı karşıtı hareketi başlatan ve destekleyen isimler ve bu isimlerin yetkinliklerinden bahsettik. Bu kişiler herkesin okumasına açık olan bilimsel verileri  göz ardı edip hala ellerinden tutarlı ve geçerli veri olmadan aşıların otizm yaptığını iddia ederek kamuoyunu ve anne-babaları yanlış bilgilendirmeye devam ediyorlar. Bu isimlerin ortak özellikleri ise çok bariz: ya konu ile ilgili eğitim ve bilgi birikiminden yoksunlar, ya da içinde bulundukları çıkar ilişkileri nedeniyle bilimsel gerçekleri görmezden geliyorler ve hatta etik dışı uygulamalara başvurmaktan da çekinmiyorlar. 

Bir sonraki bölümde sıklıkla karşılaştığımız Aşı Karşıtı İddialar ve bu iddiaların bilimsel yanıtlarını işleyeceğiz.

Bizi izlemeye devam ediniz! :)

Kaynaklar:

  1. Hviid et al. (2003). Association Between Thimerosal-Containing Vaccine and AutismJournal of American Medical Association.
  2. American Academy of Pediatrics. (2011).
  3. Begley, S., & Interlandi, J. (2009, March 2). Anatomy of a ScareNewsweek.
  4. Center for Disease Control. Immunization Safety and Autism- Thimerosol and Autism Research Agenda.Retrieved from CDC Website: http://www.cdc.gov
  5. Department of Health and Human Services Center for Disase Control. (2011). Vaccines & Immunizations.Retrieved from Center for Diesae Control (CDC) Web site: http://www.cdc.gov/vaccines/
  6. Fombonne, E. (2009). Epidemiology of pervasive developmental disordersPediatric Research, 65(6), 591-8.
  7. Fombonne, E., Zakarian, R., Bennett, A., Meng, L., & McLean-Heywood, D. (2006). Pervasive Developmental Disorders in Montreal, Quebec, Canada: Prevalence and links with immunizationsPediatrics.
  8. Geier, D. A., & Geier, M. R. (2003). A Case Series of Children with Apparent Mercury Toxic Encephalopathies Manifesting with Clinical Symptoms of Regressive Autistic DisordersJournal of Toxicology and Envionmental Health.
  9. Glazer, S. (2003, Jun 13). Increase in AutismCQ Researcher.
  10. Gross, L. (2009, May). A Broken Trust: Lessons from the Vaccine-Autism WarsPublic Library of Science, 7(5).
  11. Halsey, N. A., & Hyman, S. L. (2000). Measles-Mumps-Rubella Vaccine and Autistic Spectrum DisorderReport From The new Challenges in Childhood Immunizations Conference . Oak Brook, Illinois.
  12. Horton, R. (2004). A Statement by the editors of the LancetThe Lancet, pp. 820-821.
  13. Kaiser Research Institute. (2004, Feb 25). Letter from Kaiser Research Institute to Mark Geier M.D.
  14. Koch, K. (2000, Aug 25). Vaccine ControversiesCQ Researcher.
  15. Madsen, K. M., Hviid, A., Vestergaard, M., Schendel, D., Wohlfahrt, J., Thorsen, P., . . . Melbye, M. (n.d.). A Population Based Study of Measles, Mumps, and Rubella. Vaccination and Autism. (2002) New England Journal of Medicine.
  16. Mutter, J., Naumann, J., Schneider, R., Walach, H., & Haley, B. (2005). Mercury and Autism: Accelerating evidence? Neuroendocrinology Letters.
  17. Offit, P. A. (2008). Vaccines and Autism revisited: The Hannah Poling CaseNew England Journal of Medicine.
  18. Offit, P.A. (2010) Autism’s False Prophets: Bad Science, Risky Medicine and the Search for a CureColombia University Press.
  19. Omer, S. B., Salmon, D. A., Orenstein, W. A., deHart, P. M., & Halsey, N. (2009). Vaccine Refusal, Mandatory Immunization, and the Risks of Vaccine-Preventable DiseasesNEJM.
  20. Park, A. (2008, June 2). How Safe Are Vaccines? Time.
  21. Parker, S. K., Schwartz, B., Todd, J., & Pickering, L. K. (n.d.). Thimerosal-Containing Vaccines and Autistic Spectrum Disorder: A Critical Review of Published Original Data. Pediatrics.
  22. Patja A, Davidkin I, Kurki T, Kallio MJ, Valle M, Peltola H. (2000). Serious Adverse Events After Measles-Mumps-Rubella Vaccination During A Fourteen-Year Prospective Follow-Up. Pediatr Infect Dis J. 
  23. Schecter, R., & Grether, J. (2008). Continuing Increases in Autism Reported to California’s Developmental Service System: Mercury in Retrograde. Arch gen Psychiatry.
  24. Smith, M. J., Ellenberg, S. S., Bell, L. M., & Rubin, D. M. (2008). Media coverage of the MMR vaccine and Autism controversy and its relationship to MMR immunization rates in the USPediatrics.
  25. Sugarman, S. D. (2007). Cases in Vaccine Court – Legal Battles over Vaccine and Autism. New England Journal of Medicine.
  26. Sutcliffe, James S. (2008). Insight into the pathogenesis of Autism. Genetics.
  27. The Collage of Physicians in Philadelphia. (2011). The History of Vaccines. Retrieved from The History of Vaccines:
  28. World Health Organization. (2007). Prevent. Protect. Immunize.

Aşılar ve Komplo Teorileri – Bölüm 3: Aşı Karşıtı İddialar ve Yanıtları.

$
0
0

Aşılar ve Komplo Teorilerini detaylı incelediğimiz yazı dizisinin birinci bölümde Aşılar, Bulaşıcı Hastalıklar ve Bağışıklık Sistemimiz ile ilgili genel bilgilerden bahsetmiş, ikinci bölümde de  Dr. Andrew Wakefield ve Aşı Karşıtı Hareketi incelemiştik. Bu dizinin son bölümünde ise bu hareketin sıklıkla çeşitli iletişim ortamlarında öne sürdüğü Aşı Karşıtı İddialar ve bu iddiaların  bilimsel dayanaklarını sorgulayacağız

 

Aşı Yanlısı ve Aşı Karşıtı kaynaklar. ( Kaynak: WisOpinion)

Aşı Karşıtı Hareket, daha önceki bölümlerde bahsedilen bulaşıcı hastalıklarla ilgili net verilere, ve aşıların güvenli olduğunu gösteren yüzlerce hatta binlerce çalışmaya rağmen, hala aşıların zararlı olduğunu iddia etmekten çekinmiyor. Aşı karşıtı lobinin iddiaları nedeniyle, aslında otizm araştırmalarına yönlendirilebilecek kaynaklar boşa harcanıyor, sonuç olarak ortaya çıkan tablo hem otistik çocuklara hem halk sağlığına zarar veriyor. 

Limbo dansındaki çubuk, altından geçtikçe daha da aşağıya indiriliyor.

Aşı karşıtlarının iddialarının en belli başlı ortak özelliği adeta Limbo dansını anımsatması.

Aşı karşıtı iddiaların dinamiği şöyle işliyor:

  • Genelde bilimsel desteği olmaksızın bir iddia ortaya atılıyor.
  •  Halk sağlığı , bulaşıcı hastalıklar uzmanları, bilim dünyası ve diğer araştırmacılar bu iddiayı bilimsel verilerle çürütüyorlar.
  • İlk iddia çürütüldükten hemen sonra, Aşı karşıtı lobi bu defa ilk iddiasını ya değiştiriyor, ya da yeni bir iddia ortaya atıyor.
  • Ortaya atılan her iddia bilimsel verilerle şüpheye yer bırakmayacak şekilde veriler ile kanıtlandıktan sonra yerine yenisi, bir yenisi, bir yenisi geliyor.
  • Çoğu zaman da, ilk iddia sahipleri kendilerine sunulan bilimsel verileri çürütecek karşı veriler sunmak yerine, aşılama yanlısı kişileri karalayarak Adam Karalama Safsatası ( Ad Hominem) ve diğer kişisel saldırılarla iddialarını ispatlama yöntemine başvuruyorlar.

Gelin sıklıkla dile getirilen aşı karşı iddialara bir göz atalım…

“Aşılar işe yaramıyor, zaten bulaşıcı hastalıklar aşılardan önce düşüşe geçmişti.”

Benim şahsen en fantastik bulduğum iddia bu. Ne zaman duysam aklıma meşhur yazar Andrew Lang‘ın güzel sözü gelir: Bilgi sahibi olmayan insanın istatistikleri kullanması, bir sarhoşun sokak lambalarını kullanması gibidir: aydınlanmak için değil, destek almak için….”

Aşı karşıtı lobinin sıklıkla olsa öne sürdüğü bu iddia, birkaç dakikalık bir Google araması ile çürütülecek nitelikte.  Her ne kadar birkaç dakika içinde bu iddianın asılsız olduğunu bulmanız zaten mümkünse de, ekteki tabloda sık rastlanan bulaşıcı hastalıkların aşı geliştirilmeden önceki ve sonraki karşılaştırmalı oranları mevcut.

Aşılama programları öncesi ve sonrası hastalık sıklıkları. ( Kaynak: CDC)

Avusturalya Aşı Karşıtları sayfasındaki Kızamık sıklığına ilişkin grafik

Muhtelif aşı karşıtı web sitelerinde görülen, bulaşıcı hastalık oranlarının aşılardan önce düştüğünü ve aşıların etkisiz olduğunu iddia eden grafiklere gelince. Bunların çoğunda grafiği hazırlayan kişinin, istediği görseli elde etmek için çeşitli hilelere başvurduğunu görüyoruz. En sık  kullanılan yöntemlerden biri basitçe aşılama tarihini değiştirmek.  Bir diğeri ise verilerin alındığı kaynaktaki grafiklerle oynayıp, istenen verileri alıp, istenmeyenleri bırakarak yeni grafikler oluşturmak. Kısa bir örnekle görelim:

Solda görmüş olduğunuz grafik, Avusturalya Aşı Karşıtları Derneği web sitesinde yer alan ve Kızamık hastalığının görülme sıklığını gösterdiğini iddia eden bir grafik.  Herkese önerdiğim bir şey var, bir iddiayı araştırıyorsanız, verileri MUTLAKA kaynağından gidip teyit edin. Yoksa her zaman veriyi sunan kişinin manipulasyonuna maruz kalma riskini taşırsınız. Bu grafiğin altında, grafikteki verinin Kanada Halk Sağlığı Merkezi’nden alındığı not düşülmüş. Gidip, verinin esas grafiğine bakalım, bu grafiğe ne kadar benziyor görelim.

Kanada Halk Sağlığı Merkezi ne ait orijinal grafik. (Kırmızı taralı alan oynanmış grafikle karşılaştırma için sonradan yerleştirilmiştir.)

Sağda, aynı grafiğin esas yayınlandığı bilimsel makaledeki halini görüyorsunuz.

Dikkatinizi çeken birkaç şey olmalı. :)

Birincisi, asıl grafikte  1959 yılı ile 1968 yılları arasında Kızamık verisi toplanmadığı, bu nedenle de o yıllar için elde veri olmadığı belirtilmiş, ve grafikteki o alan boş bırakılmış. Ancak aşı-karşıtı grafiği hazırlayan kişi, bu detayı bildirmeyi gerekli görmediği gibi olmayan veriyi kendince doldurarak grafiğinde 1959 yılında aslında var olmayan suni bir düşüş yaratmış durumda.

İkincisi de, aslında orjinal grafikte 68 adet veri noktası olmasına rağmen, aşı-karşıtı grafiği hazırlayan kişi bu noktalardan istediği etkiyi verecek 8 adedini kullanmış. Tekrar sağdaki orjinal grafiğe ve üzerine oturtulmuş kırmızı alana bakarsanız, grafiği hazırlayan kişinin uyanık bir şekilde en yüksek veri noktası olan 1935 yılından, aslında veri olmayan ve orjinal grafikte boş görülen 1959 yılına nasıl düz bir çizgi çektiğini ve olmayan bir düşüşü suni olarak yarattığını görebilirsiniz.

Biraz araştırma ile benzer pek çok örnek bulmanız mümkün. Andrew Lang‘ın kulakları çınlasın. :D

“Bulaşıcı hastalıkların çoğu ölümcül değil, boşuna aşı oluyoruz.”

Bu iddiaya aslında ilk bölümde epey değinmiştim. Ama sık karşılaşılan iddialardan biri olduğu için tekrar değinmekte yarar var. Aşı karşıtı lobi, sıklıkla çocukluk hastalıkların normal bir yaşam süreci olduğunu, çocuklar aşılanmasalar bile çoğunun iyileşeceğini, bu nednele aşıların gereksiz olduğunu savunuyorlar. Ancak bu doğru değil. Bugün, çocukluk çağına ait hastalıklara ait ciddi komplikasyonları etrafta görmememizin en büyük sebebi başarılı olmuş genel aşılama kampanyaları nedeniyle bu hastalıkların toplumda görülme sıklıklarının oldukça azalmış olması.

ABD’de halen aktif Kızamık geçiren hastaların %20′sinin hastaneye yatmasını gerekiyor. Kızamık olanların %17′sinde orta kulak enfeksiyonları, zatürre veya şiddetli ishal gelişiyor. Vakaların yaklaşık %6′sı zatürreye dönüyor ve ölenlerin çoğu da bu gruptan. Halen, günümüzde bile Kızamık ölüm oranı 1000 kişide bir. Dünya Sağlık Örgütü’nin verilerine göre aşılama yapılmadığında yılda 2,7 milyon çocuğun Kızamıktan öleceği öngörülebilir.

Boğmaca, özellikle küçük bebeklerde solunum sıkıntısı yapabilen ve ölüme dek varabilen ciddi komplikasyonlara neden olan bir hastalık.

Bir başka örnek Boğmaca. Boğmaca son derece ciddi bir hastalık. Öksürük krizi nedeniyle solunum durması, yemek yiyememe, şiddetli kusma gibi sorunlara neden olabiliyor. Küçük bebeklerde ise zatürre, beyin hasarı, nöbet geçirme ve zeka geriliğine neden oluyor. Aşısı olmasına ve aşı çok yüksek oranda koruma sağlamasına rağmenö neredeyse hiç görülmezken son yıllarda aşı karşıtlarının propagandası sağolsun dört bir yanında düşen DTaP ( DTB: Difteri-Tatanoz-Boğmaca) aşılanma oranları nedeniyle gelişmiş ülkelerde ile ard arda salgınlar başladı.

Japonya’da 1970 yılında %80 olan aşılanma oranının %20ilere düşmesi nedeniyle 1979′da 13.000 Boğmaca vakası görüldü, bunların 45′i ölümle sonuçlandı. 2010 yılında, aşı karşıı lobinin çok güçlü olduğu  ABD California eyaletinde 9.143 adet Boğmaca vakası görüldü. Bu hastaların 10 adedi -ki tamamı bebek- hastalığa bağlı komplikasyonlar nedeniyle yaşamını kaybetti. Bu, California’da, son 63 yılda görülen en büyük Boğmaca salgını.

“Aşılanma oranları arttıkça otistik çocuk sayısı da artıyor, demek ki aşılar otizme neden oluyor.”

Evet, gerçekten de grafiklere bakarsanız otizmin toplumda görülme sıklığı gün geçtikçe artıyor. Ve aynı zaman dilimi içinde, tıptaki gelişmeler sayesinde bulaşıcı hastalıklara karşı geliştirilen aşı sayısında da artış var. Peki, her iki sayının da aynı anda artması aralarında bir neden-sonuç ilişkisi olduğunu gösterir mi?

İnsanoğlu, elindeki verilerebakıp en kısa yoldan belli sonuçlara varmak üzere evrimleşmiş. Bu nedenle bu yanılgıya hepimiz zaman zaman düşüyoruz. Oysa istatistik derslerinde öğretmenlerin kulağınıza ilk küpe ettiği ilk prensip şudur: İki değişken arasındaki korelasyon, neden sonuç ilişkisi olduğunu göstermez. ( Correlation does not imply causation.)

Facebook kullanıcı sayısı ile Yunanistan ekonomik krizi arasındaki korelasyonu gösteren grafik. Sizce Facebook kullanıcı sayısının artması Yunanistan’da ekonomik krize neden oluyor mu?  (Kaynak: businessweek)

Bunun ne demek olduğunu kısaca inceleyelim:

Diyelim ki A ile B aynı anda, aynı zaman diliminde artış gösteriyor. Aralarında böyle bir ilinti (korelasyon) olması, A’nın B’ye neden olduğunu, iki değişken arasında mutlaka neden-sonuç ilişkisi bulunduğunu  göstermez.  Her iki değişkenin birlikte artması birkaç farklı şekilde açıklanabilir:

    • A değişkeninde artma, B’de de artışa neden oluyor olabilir.  Sadece bu durumda iki değişken arasında korelasyona ilaveten bir neden-sonuç ilişkisi olduğunu söylemek mümkün.  Örneğin, içilen sigara sayısı arttıkça akciğer kanseri olma ihtimali de artar ve klinik deneylerle kanıtlanmıştır ki sigara içmek akciğer kanserine neden olur.
    • B değişkenindeki artma, A’da artmaya neden oluyor olabilir. Örneğin, bir yangındaki itfaiyeci sayısının artışı ile, yangının büyüklüğü arasında bir korelasyon vardır. Bu korelasyona bakıp, daha çok itfaiyecinin yangın alanına gelmesinin yangını büyüteceğini söyleyemeyiz. Tam tersine, yangın büyük olduğu için ortada daha çok itfaiyeci vardır.
    • Hem A, hem B değişkenlerinin artışı, bilinmeyen ve farkına varılmamış bir üçüncü C değişkenine bağlı olabilir. Örneğinbir sahil şehrinde aylık dondurma satışları ile aylık denizde boğulma sayıları yıl içinde birlikte artıp azalıyor ise bu korelasyon,  dondurma tüketiminin boğulmaya neden olduğu anlamına gelmez.  Her ikisinin de artış nedeni muhtemelen havanın ısınmasıdır.
    • A ve B değişkeninin aynı anda artış veya azalış göstermesi tamamen tesadüf olabilir. Firefox internet tarayıcı kullanan kişi sayısı ile cadılık dinine inanan kişi sayısı birlikte artmaktadır. Bu korelasyona bakıp, Firefox kullanmanın cadılığa neden olduğunu söyleyemeyiz. :)
  • Unutulmaması gereken, aynı anda gözlenen iki durumun arasında her zaman bir neden-sonuç ilişkisi olmadığıdır. 
Elbette, bilimsel yöntemde gözlenen bir korelasyon, mutlaka olası bir neden-sonuç ilişkisi açısından incelenmelidir. Aşılar ve otizm ile ilgili yapılan binlerce çalışma, otizm görülme oranı ile aşılanma sayısı arasında herhangi bir neden-sonuç ilişkisi olmadığını tekrar tekrar kanıtlamıştır. Artan otizm oranlarının ciddi bir sağlık problemi oluşturduğunu da düşünecek olursak, otizme ayrılan kaynakların artık daha farklı alanlara kaydırılması uygun olacaktır.

“MMR aşısı otizme neden oluyor.”

MMR aşısının otizmle bağlantısı olmadığını gösteren belli başlı çalışmalar. (Oxford Journals, Clin Infect Dis. (2009) 48 (4):456-461.doi: 10.1086/596476)

Bu iddianın nasıl ortaya çıktığını bir önceki bölümde detaylı olarak anlatmıştım. Bu iddiayı destekleyen herhangi bir bilimsel çalışma olmadığı gibi, ilk olarak bu iddiayı ortaya atan Dr. Andrew Wakefield’in yazdığı makalenin ve deney verilerinin düzmece olduğu, verilerin manipule edildiği bugün kanıtlanmış durumda.  Ancak bu süreç içinde Wakefield’in savını incelemek amacı ile yapılan tüm bilimsel çalışmaları derleyen şu makaleye bakabilirsiniz.

Evet, tahmin ettiğiniz gibi, makalelerin hiç birinde aşının otizme neden olduğu yönünde bir neden- sonuç ilişkisine rastlanmadı. Ama hala benzer çalışmalar yapılıyor. Derler ya ” bir deli bir kuyuya taş atar, ama kırk akıllı çıkaramaz.” :)

“Aşıların içine konan cıva otizme neden oluyor.”

Bir önceki bölümde de bahsetmiştim. Amerika’da 1930 yıllarında aşılara koruyucu ve mikrop öldürücü bir olarak civa kökenli bir bileşik olan Timerosal ekleniyordu.  FDA, 1997 yılında  bebeklerdeki kan Timerosal değerlerinin 187.5 mikrogram’a çıkabileceğini duyurdu bunun da sağlık sorunlarına neden olabileceği konusunda endişesini dile getirdi. Amerika Pediatri Akademisi (AAP) ve Amerika Halk Sağlığı Enstitüsü ortak karar alarak o tarihe kadar zararlı bir yan etkisi saptanmamış olsa da Mart 2001 tarihinde  önlem olarak grip aşısı haricindeki aşılardan Timerosal maddesini çıkardılar.

Thimerosal maddesinin otizmle bağlantısı olmadığını gösteren belli başlı çalışmalar. (Oxford Journals, Clin Infect Dis. (2009) 48 (4):456-461.doi: 10.1086/596476)

Thimerosal, bir etil-cıva bileşeni. Bugüne kadar olan cıva zehirlenmesi çalışmalarında da herhangi bir toksik etkisi kanıtlanmış değil. Zehirli olduğu bilinen metil-civa bileşiklerinin aksine vücutta birikmiyor ve kısa sürede atılabiliyor.  Binlerce çocuk üzerinde yapılan incelemeler, pekçok çalışmanın ortak sonuçları üzerinden yapılan istatistik analizler timerosal içeren aşıların herhangi bir yan etkisi olmadığını gösterdi. Ancak, AAP ve Halk Sağlığı Enstitüsü kamuoyundaki hassasiyet nedeniyle ve aşı karşıtı lobinin baskısı nedeniyle aşılardan Timerosal maddesini çıkardılar.

Normalde, aşılardaki Timerosal ile otizm arasında bir neden sonuç ilişkisi olması halinde, aşılardan Thimerosal’in çıkarılması sonucunda ne görmeyi beklersiniz? Bu durumda toplumdaki otizm sıklığının azalması beklenir değil mi? Ancak gözlenen durum bu değil. Otizm görülme sıklığı toplumda hala artmaya devam ediyor ve yüzlerce çalışmayla aşıların bir etkisi olmadığı kanıtlanmış olmasına ramen hala otizmin gerçek nedenini bulmak için harcanması gereken kaynakları  aşı karşıtı lobinin iddialarını çürütmek için aynı çalışmaları defalarca yeniden yapmak için tüketiyoruz.

1989-2003 yılları arasında California'da doğan çocuklarda gözlenen otizm oranı. 2001 yılında aşılardan cıva kaldırılmış olmasına rağmen otizm görülme sıklığı artmaya devam ediyor. (Kaynak: Archives of General Psychiatry)

1989-2003 yılları arasında California’da doğan çocuklarda gözlenen otizm oranı. 2001 yılında aşılardan cıva kaldırılmış olmasına rağmen otizm görülme sıklığı artmaya devam ediyor. (Kaynak: Archives of General Psychiatry)

“Aşıların içinde toksik maddeler var.”

İddialarını verilerle destekleyemeyen Aşı Karşıtı Lobi’nin, toplumda korku yaratarak taraftar toplamak için kullandığı görsellerden biri.

MMR aşısı ve Thimerosal iddiaları fos çıkınca, aşı karşıtı lobinin son “toksik” kalesi bu iddia. Ancak adından da anlaşıldığı gibi altı oldukça boş. Aşılarda “toksik maddeler” olduğu iddia ediliyor, ama ne bu maddelerin ne olduğu, ne de ne şekilde zararlı oldukları konusunda bir veri sunulmuyor. “Aşılar toksik, işte o kadar!” :)

Bu serinin ilk bölümünden beri aşıların güvenli olduğunu gösteren pekçok veri ve kaynağa burada yer vermeye, veya linklerle okuyucuyu kaynakların aslına yönlendirmeye çalıştım. Aşıların güvenilirliğine ilişkin pek çok veri, internette halka açık bir şekilde duruyor. Tek yapmanız gereken biraz araştırmacı bir ruha sahip olmak ve doğru ve güvenilir kaynaklarda araştırma yapmak. Aşı karşıtı lobinin web sitelerinde  ise bu tip verilere ve güvenilir raporlara rastlamak mümkün değil. Onlar, daha çok yandaki resim gibi insanların duygularına yönelik, onları  korkutmak için hazırlanmış bol fotoşoplu propoganda malzemeleri kullanıyorlar.   Limbo dansı yapmaya devam ediyoruz yani. :)

“Aşı olmak bireysel bir karardır. Ben çocuğumu aşılatmıyorum, riskini de alıyorum.”

Sanılanın aksine aşılanmak bireysel bir karar değildir.

Aşılar, Halk Sağlığı uygulamaları içinde toplum sağlığını en çok etkileyeni. Kişiler kendilerini veya çocuklarını aşılamayı bireysel bir karar olarak görüyor olsalar da aldıkları karar sadece kendilerini değil, toplumu da etkiliyor.

Burada Herd Immunity yani Toplum Bağışıklığı denen kavramdan söz etmekte fayda var. Bir toplumdaki bireyleri bir salgından korumak için o toplumda bağışıklık sahibi bireylerin sayısının belli bir orana ulaşması gerekiyor. Aşılanmak istese de aşılanamayak kimseler var: bağışıklık sistemi yetmezliği olanlar, kanser tedavisi görenler,organ nakli hastaları, kronik kan kastaları, çok yaşlılar, hamileler, çok küçük bebekler… Bu kişilerin hastalanmaması için toplumda bağışıklık sahibi bireylerin belli bir orana ulaşmasi gerekiyor. Bu oran hastalıktan hastalığa değişiyor ve bu orana Toplum Bağışıklık Eşiği deniyor.

Aşı ile engellenebilen hastalıklarda Toplum Bağışıklığı Eşikleri *
Hastalık Geçiş Şekli R0 Toplum Bağışıklık Eşiği
Difteri Salya 6-7  %85
Kızamık Hava 12-18 %83 – 94
Kabakulak Havadan damlacıklarla 4-7  %75 – 86
Boğmaca Havadan damlacıklarla 12-17 %92 – 94
Çocuk Felci Ağız-dışkı 5-7 %80 – 86
Kızamıkçık Havadan damlacıklarla 5-7 %80 – 85
Su Çiçeği Sosyal temas 6-7 %83 – 85

Aşılama, bu nedenle hastalık yayılmasına karşı bir bariyer oluşturuyor. Toplumdaki aşılı kişiler sayesinde aşılanamayan kişilerin hastalık etkeni ile karşılaşma ihtimali azalıyor, böylelikle hastalanmaktan hatta belki de ölmekten korunuyorlar. Kısaca aşılanma sadece aşı olan kişiyi değil, temasta olacağı küçük bebekleri, yaşlıları, çevresindeki hamileleri ve kanser hastası olan yakınlarını da koruyor.

Toplumdaki bağışık insan sayısı Toplum Bağışıklanma Eşiği’nin altina düştüğünde ise risk altındaki bu kişilerin hastalik kapma ihtimali yükseliyor. İlaveten, aşı olmuş olsalar bile, aşılanan bireylerin hastalığı kapma ihtimali ortaya çıkıyor.

Şu güzel animasyon, Toplum Bağışıklık Eşiği’nin nasıl çalıştığını detaylı ve görsel olarak anlatıyor.

“Aşıları savunan doktorlar  ilaç firmalarından rüşvet alıyorlar. İlaç firmaları  ve devlet aşılarla ilgili olumsuzluklar örtbas ediyor, el altından otistik çocukların ailelerine para vererek onları susturuyor.

Ve gelelim komplo teorisyenlerinin en çok sevdiği Adam Karalama saldırısına…. :)

Bu görüşe göre, aslında aşıların güvenilirliğini gösteren bütün veriler düzmece. Aşıların güvenli ve hatta faydalı olduğunu savunan bütün doktorlar sabah akşam “daha çok bebek ölse ve sakat kalsa da daha zengin olsam.” diye ellerini ovuşturuyor, hepsi psikopat, katil. İlaç firmaları bu görüşe karşı çıkan doktorlara yüksek meblağlarda sus payı öderken, bu görüşü destekleyenleri de ihya ediyorlar….

Evet, ilaç firmalarının zaman zaman etik olmayan davranışlar gösterdiği, kimi zaman işine gelmeyen bazı araştırma sonuçlarını hasır altı ettiği bir gerçek. Ama bunun gibi olaylar, kamuoyundan takip ettiyseniz mutlaka bir şekilde ortaya çıkıyor: ya firma içindeki etik değerleri yüksek kimseler tarafından dışarı bilgi sızdırılıyor, ya da bağımsız bilimsel komiteler aynı konulu deneyler yapıp, lanse edilen sonuçları bulamadıkça ilaç firmalarının foyası öğreniliyor.

Epey sağlam bir hayal gücü gerektirmesine rağmen bu iddiayı olası kabul ediyorsanız şu soruların cevabını da düşünmeniz yerinde olacaktır:

Aşı karşıtı harekete göre bütün doktorlar ahlaksız ve kötücül.

  • Milyonlarca çocuğu içeren bağımsız hekimlerce dünyanın dört bir yanında yapılmış çalışmaların hepsinin aynı sonucu vermesi için kaç bin kişiye kaç paralık rüşvet verilmiş olması gerekir?
  • İlaç firmaları ne kadar ekonomik olarak güçlü olurlarsa olsunlar, bu kadar çok kişiye sus payı verebilmeleri matematik ve finansal olarak mümkün müdür? ( İlaç endüstrisinin ilaç gruplarına göre yıllık kar oranları halka açık bir şekilde IMS web sitesinde mevcut. Bu siteyi incelerseniz Aşıların karlılık ve ciro sıralamasında ilaç firmaları için bütün dünyaya rüşvet vermelerini gerektirmeyecek kadar alt sıralarda olduğunu görebilirsiniz.)
  • İlaç firmaları aslında çocuklar aşılanmasalar ve  bulaşıcı hastalıklara yakalansalar bu çocukların tedavisinde kullanılacak solunum ilaçları, anti-viral, antibiyotik vb ilaçlarından çok daha fazla kar etmez mi?
  • Dünyadaki tüm ciddi tıp otoritelerinin, üniversitelerin ve tıp merkezlerinin, Dünya Sağlık Örgütü‘nün, muhtelif ülkelerdeki Halk Sağlığı Başkanlıklarının, bağımsız çalışan milyonlarca hekimin, araştırma görevlilerinin, halk sağlığını iyileştirmek amacıyla kurulmuş Bill &  Melinda Gates Vakfı veya Sınır Tanımayan Doktorlar gibi hayır amaçlı organizasyonların tamamının bu komploya alet olması, bu insanların tamamının kötü olduğunu bile bile aşılamayı savunup önermesi mantıklı mıdır?
  • Bu insanlar arasında bir tane helal süt emmiş, vicdanı temiz ya da vaz geçtim sadece ünlü olmak isteyen insan yok mudur ki bu foyayı belgeleri ile ortaya çıkarsın?
  • Bu düzenin dışında kalmayı başarmış ve bilimsel anlamda kabul görecek özelliklere sahip bir çalışma yaparak bu iddiaları bilimsel olarak kanıtlayacak dürüst bir doktor yok mudur? Varsa nerdedir ve neden bu kadar senedir gizlenmektedir? :)

Michael Shermer, İnanan Beyin kitabında komplo teorilerinin çok güzel bir analizini yapmış. Bu kitabı fırsat bulup okumanızı şiddetle öneririm. Diyor ki, bir komplo , ne kadar çok insanla planlanıyorsa, o komplonun başarısız olma ihtimali o kadar yüksektir.” Yani dahil olan kişi sayısı arttıkça, komplo ile ilgili bilginin dışarı sızdırılması kaçınılmazdır. Tarihteki tüm gerçek komplo örnekleri de bunu ispat etmekte.

Aşı karşıtlarının sıklıkla  ortaya attığı bir diğer iddia da “aşı nedeniyle otistik olan çocukların  ailelerine  el altından para vererek susturulması”. Nedense, bu iddiaya ait herhangi evrak, veri ya da tanık mevcut değil. İddia edilenin aksine, aşılara yönelik yan etkiler ABD devleti tarafından ciddi ve son derece şeffaf olarak izleniyor. 1988 yılında the National Childhood Vaccine Injury Act of 1986 (Public Law 99-660) uyarınca bir ulusal aşı tazminat programı (National Vaccine Injury Compensation Program (VICP) uygulamaya sokuldu. 2 Milyar Dolar ödeneği hazır olan bu mahkeme, 2007 yılında 1999-2007 yılları arasında dosyası açılmış 5000 iddiayı inceledi. Duruşma boyunca mahkeme tarafından aşılar ve otizm konusunda yapılmış birbirinden bağımsız 939 akademik çalışma, textbook ve binlerce insanın ifadesi alındı. İki yıl süren davanın sonunda mahkeme aşılar ile otizm arasında herhangi bir bağlantı olmadığı kararına vardi. Bu tazminat programı ile ilgili detaylı bilgiye,  görülen davalar sonucunda ödenen tazminatların detayı ve bu fonun detaylı gelir/gider belgeleri de  web sitesinde mevcut. Bu mahkemeye 1988- 2012 yılları arasında otizm için 2151 başvuru olmuş, tek bir vakaya tazminat ödenmiş, ki ona da ödenen tazminat otizm nedeni ile değil, bir başka yan etki nedeniyle. )

Ya gerçek yan etkiler?

Bu serinin üç bölümünde aşı karşıtı lobi tarafından öne sürülen desteksiz iddiaları, veri ve kaynakları ile çürütmeye çalıştık. Ancak unutmamamız gereken nokta şu: Kullandığımız her ilacın, aşılar da dahil nadiren de olsa görülebilen yan etkileri olabilir. En sık görülen aşı yan etkileri : aşının uygulandığı bölgede ağrı, kızarma, şişme, baş ağrısı, kas ve eklem ağrısıdır. Bazı aşılar, üretim sürecinde yumurta kullanıldığından, yumurta allerjisi olan kimselere allerji yapabilirler. Bu nedenle mutlaka her aşılama doktor bilgi ve gözetiminde yapılmalıdır. Aşılara bağlı çok nadir olarak görülen ciddi bir durum olan Guillain-Barre Sendromuna ilişkin detayları, Domuz Gribi ve Komple Teorileri başlıklı yazımızdan öğrenebilirsiniz.

Yaşantımızda aldığımız kararları, o kararlar sonunda maruz kalacağımız riskin büyüklüğü ile değerlendirirerek veririz.

Örneğin, aşılanmamış çocukların geçirdiği  enfeksiyon hastalıklarına bağlı komplikasyonlar, aşıların yan etkilerine göre çok ciddi ve fazla sayıda. Çocuğunuzu aşılatmanın riski, her gün trafik kazalarında binlerce kişinin öldüğü modern çağda onu arabaya bindirip herhangi bir yere götürmekten çok ama çok daha az.

Kısaca, eğer çocuğunuzun sağlıklı olmasını ve sağlıklı bir toplum içinde büyümesini istiyorsanız aşılarını yaptırmayı ihmal etmeyin. :)

Son Söz

Aşı karşıtı hareketin düştüğü yanılgılardan çıkaracağımız önemli bir ders var aslında.

Herhangi bir konuda yargıya varırken  içine düşebileceğimiz en tehlikeli durumlardan biri Onaylama Önyargısı (Confirmation Bias)’tır. İnsan, psikolojik olarak genelde önce bir fikir oluşturur, daha sonra bu fikri destekleyecek verileri toplar. Fikriyle çelişen verileri görmezden gelir, fikrini destekleyenleri ise benimser. Onaylama önyargısı bizi kısırdöngüye sokar ve alternatif görüşlere gözlerimizi kulaklarımızı kapamamıza, uçlara sürüklenmemize neden olur.

Yapmamız gereken, bilime  duyguların ve önyargıların yön vermesini önlemek, ve inandığımız şeylerin ardında tarafsız, sağlam ve bilimsel veri ve kanıtlar olup olmadığını kontrol etmektir.

Kaynaklar:

  1. Hviid et al. (2003). Association Between Thimerosal-Containing Vaccine and AutismJournal of American Medical Association.
  2. American Academy of Pediatrics. (2011).
  3. Begley, S., & Interlandi, J. (2009, March 2). Anatomy of a ScareNewsweek.
  4. Center for Disease Control. Immunization Safety and Autism- Thimerosol and Autism Research Agenda.Retrieved from CDC Website: http://www.cdc.gov
  5. Department of Health and Human Services Center for Disase Control. (2011). Vaccines & Immunizations.Retrieved from Center for Diesae Control (CDC) Web site: http://www.cdc.gov/vaccines/
  6. Fombonne, E. (2009). Epidemiology of pervasive developmental disordersPediatric Research, 65(6), 591-8.
  7. Fombonne, E., Zakarian, R., Bennett, A., Meng, L., & McLean-Heywood, D. (2006). Pervasive Developmental Disorders in Montreal, Quebec, Canada: Prevalence and links with immunizationsPediatrics.
  8. Geier, D. A., & Geier, M. R. (2003). A Case Series of Children with Apparent Mercury Toxic Encephalopathies Manifesting with Clinical Symptoms of Regressive Autistic DisordersJournal of Toxicology and Envionmental Health.
  9. Glazer, S. (2003, Jun 13). Increase in AutismCQ Researcher.
  10. Gross, L. (2009, May). A Broken Trust: Lessons from the Vaccine-Autism WarsPublic Library of Science, 7(5).
  11. Halsey, N. A., & Hyman, S. L. (2000). Measles-Mumps-Rubella Vaccine and Autistic Spectrum DisorderReport From The new Challenges in Childhood Immunizations Conference . Oak Brook, Illinois.
  12. Horton, R. (2004). A Statement by the editors of the LancetThe Lancet, pp. 820-821.
  13. Kaiser Research Institute. (2004, Feb 25). Letter from Kaiser Research Institute to Mark Geier M.D.
  14. Koch, K. (2000, Aug 25). Vaccine ControversiesCQ Researcher.
  15. Madsen, K. M., Hviid, A., Vestergaard, M., Schendel, D., Wohlfahrt, J., Thorsen, P., . . . Melbye, M. (n.d.). A Population Based Study of Measles, Mumps, and Rubella. Vaccination and Autism. (2002) New England Journal of Medicine.
  16. Mutter, J., Naumann, J., Schneider, R., Walach, H., & Haley, B. (2005). Mercury and Autism: Accelerating evidence? Neuroendocrinology Letters.
  17. Offit, P. A. (2008). Vaccines and Autism revisited: The Hannah Poling CaseNew England Journal of Medicine.
  18. Offit, P.A. (2010) Autism’s False Prophets: Bad Science, Risky Medicine and the Search for a CureColombia University Press.
  19. Omer, S. B., Salmon, D. A., Orenstein, W. A., deHart, P. M., & Halsey, N. (2009). Vaccine Refusal, Mandatory Immunization, and the Risks of Vaccine-Preventable DiseasesNEJM.
  20. Park, A. (2008, June 2). How Safe Are Vaccines? Time.
  21. Parker, S. K., Schwartz, B., Todd, J., & Pickering, L. K. (n.d.). Thimerosal-Containing Vaccines and Autistic Spectrum Disorder: A Critical Review of Published Original Data. Pediatrics.
  22. Patja A, Davidkin I, Kurki T, Kallio MJ, Valle M, Peltola H. (2000). Serious Adverse Events After Measles-Mumps-Rubella Vaccination During A Fourteen-Year Prospective Follow-UpPediatr Infect Dis J. 
  23. Schecter, R., & Grether, J. (2008). Continuing Increases in Autism Reported to California’s Developmental Service System: Mercury in Retrograde. Arch gen Psychiatry.
  24. Smith, M. J., Ellenberg, S. S., Bell, L. M., & Rubin, D. M. (2008). Media coverage of the MMR vaccine and Autism controversy and its relationship to MMR immunization rates in the USPediatrics.
  25. Sugarman, S. D. (2007). Cases in Vaccine Court – Legal Battles over Vaccine and Autism. New England Journal of Medicine.
  26. Sutcliffe, James S. (2008). Insight into the pathogenesis of Autism. Genetics.
  27. The Collage of Physicians in Philadelphia. (2011). The History of Vaccines. Retrieved from The History of Vaccines:
  28. World Health Organization. (2007). Prevent. Protect. Immunize.
  29. History and Epidemiology of Global Smallpox Eradication From the training course titled “Smallpox: Disease, Prevention, and Intervention”. The CDC and the World Health Organization. Slide 16-17.
  30. IMS website. Top Line Pharmaceutical Market Data. (2011)
  31. Canada Public Health Agency Website. Canada Immunization Guide. (2006)
  32. Arlene King, Paul Varughese, Gaston De Serres, Graham A. Tipples and John Waters. (2004). Progress toward Measles Elimination: Absence of Measles as an Endemic Disease in the United States. The Journal of Infectious Diseases.Vol. 189, Supplement 1.
  33. U.S. Department of Health and Human Services. (2011).  National Vaccine Injury Compensation Program.
  34. Institue of Medicine. (2011).  Adverse Effects of Vaccines: Evidence and Causality. 
  35. Robert Webb. (2010). Analysis of Anti-Vax Graphs. Victorian Skeptics Website.
  36. David Gorski. (2010). “Vaccines didn’t save us” (a.k.a. “vaccines don’t work”): Intellectual dishonesty at its most naked. Science Based Medicine website.

Dünyada Aşı Karşıtı Web Sitelerinin Karakteristikleri

$
0
0

Dikkat bu yazı bilimsel bir yazı değildir. Sadece çabuk bir Google araması sonucu edinilmiş gözlemlerin paylaşımıdır. Ziyaret edilen sitelerin içerisindeki yazılar bilimsel olarak irdelenmemiş ve bilimsellikleri konusunda bir yorum yapılmamıştır. 

Geçenlerde popüler bir internet annesinin blogunda aşı karşıtlığının tehlikeleri ve aşılanmanın gerekliği üzerinde tartışıyorduk. Internet annesinin kaynaklarının genel olarak ABD kaynaklı aşı karşıtı web siteleri olduğunu farkettim. Hemen aklıma bütün bu web sitelerinin ortak noktaları nelerdir diye bir soru takıldı. Acaba bilime karşı olan temelsiz güvensizlikleri nedeni ile bu siteler homeopati, kiropraktik*, naturapati gibi bilimdışı, sözde bilimsel uygulamaları da destekliyorlar mıydı? Bir Google taraması yapmadan önce bu sitelerde aranacak kelimelerin listesini çıkardım. Bunlar (ingilizceleri şüphesiz ki)

  • Naturapati
  • Homeopati
  • Kiropraktik
  • Holistik Sağlık
  • Akupunktur

Sonra Google’da nasıl tarama yapacağıma karar verdim ve Resim 1′de göreceğiniz “anti vaccine websites“‘ta karar kıldım.  Resme tıkladığınızda ilk 10 arama sonucunu göreceksiniz.

Resim 1: Google “anti vaccine websites” arama sonuçları. Tıklandığında ilk 10 sonucu gösteren pdf dosyasına ulaşabilirsiniz.

Çok vaktim olmadığından ve nasıl olsa bilimsel bir makale yazmayacağımdan sadece ilk 10 sonuç içerisindeki sitelere ve bu siteler içinde linkine rastladığım ilk “aşı karşıtı” sitelere bakmaya karar verdim. Listenin birinci sırasındaki sitenin BookStore linkine tıkladığımda “iyi ki bu işe kalkışmışım” ile “yok canım” arasında gelip giden bir ruh hali içine girdim. Bookstore’un “Önerilen Kitaplar”‘ kısmı kendi adına konuşuyor zaten: “Dünyalararası Elçiler: Yeni Dünyaya Açılan Galaksilerarası Kapı“.

Resim 2: Dünyalararası Elçiler: Yeni Dünyaya Açılan Galaksilerarası Kapı

Kitabın tanıtım yazısı şöyle:

Bu kitapta aydınlanmış dünyadışı canlıların bir çok soruya yanıt verdiklerini okuyacaksınız.

Ruh sağlığı kökünden bozuk,  zırdeli iddiaları olan bir siteden aşıların güvenliği ile ilgili fikirlerini kimse oluşturmaz herhalde dedim ve bu sitede bulduğum ilk linke tıkladım. Karşıma çıkan site (NaturalNews) anahtar kelimelerim ve benim listeme dahil etmediğim biri sürüsü konusunda bir maden gibiydi ve aşı karşıtı içeriği amansızca pazarlıyordu. Homeopati’den, manyetik terapilere, enerji sağaltımına, komplo teorilerine ve hatta UFO’lara dair her türlü bilimdışı iddia büyük bir itina ile sunuluyordu naif okuyucularına. Hatta Boiron’un “işe yaradığını ispatlayamıyorum” dediği ilacı savunan bir yazıya bile rastladım bu sitede.

Google sonuçlarında 2. sıradaki site, açıkça söylemeliyim ki daha derli toplu gözüken bir siteydi. Ancak site holistik sağlık başlığı altında homeopati, naturapati, kiropraktik organizasyonlarına linkler ve kitaplar kısmında ise gene bu bilimdışı uygulamalara ilişkin kitapların tanıtımları hemen göze çarpıyordu.

3. sıradaki site “Jenny McCarthy’nin Katlettikleri” diye çevirebileceğimiz “Jenny McCarthy Body Count” isimli bir siteydi. Bu site “aşı karşıtı” olanlara karşı bir site ve  resmini gördüğünüz anasayfası özetle şöyle diyor:

JENNY MCCARTHY’nin KATLETTİKLERİ(3 Haziran 2007 – 2 Haziran 2012 arası)
Önlenebilir Hastalıkların Sayısı: 97924
Önlenebilir Ölümlerin Sayısı 892
Aşılarla Bilimsel Olarak İlintilendirilmiş Otizm Vakalarının Sayısı 0

Resim 3: Jenny McCarhty Body Count.

Listenin 4. sırasında gelen whale.to websitesi ise ağırlıklı olarak “Komplo Teorileri” ile meşgul olan ve Türk aşı karşıtı sitelerde refererans gösterildiğine şahit olduğum bir site. Anahtar kelimelerim bu sitede de oldukça sıklıkla geçiyordu. İlaç firmalarının komploları, medikal mafya,  medikal zihin kontrolü, mamogram aldatmacası gibi konuların büyük bir heyecanla ele alındığı sitede “Müzik Mafyası” başlığı altındaki yazının ilk cümlesi site yazarlarının zihinlerinin nasıl çalıştığına ya da çalışmadığına bir örnekti sanki.

Many stars appear to have been ‘manufactured’ (see Military connection). Any star not with the (Satanic) programme (e.g. Lennon) get’s Assassinated (see Rock & Roll hits Inside The LC Operation Chaos), or replaced with Clones/Doubles/Walk ins/Possessed (Reptilian souls), as they lose their spark (see Before and after).

Birçok star “imal edilmiş” gibi görünüyor (…………). Satanik programa dahil olmayan (misal Lennon) her star suikaste uğruyor (…….) ya da klonu/dublörü/taklidi/ele geçirilmiş ruh (sürüngen ruh – her ne demekse!!!!) ile değiştiriliyordu………….

Bir komplo teorisine inananların diğer komplo teorilerine de inanma eğilimi vardır genellikle. Bu nedenle böyle çılgınlık derecesinde bir teoriye inanan sitenin aşılarla ilgili komplo teorilerini desteklememesi düşünülemez tabi. Ama aşılar gibi sağlımızla ilgili önemli kararlarımızı ve  fikirlerimizi bilişsel önyargılarının farkında olmayan, paranoyak ve akıldışı iddiaları gerçekmiş gibi sunan sitelerden edindiğimiz bilgilerle oluşturmak ne kadar sağlıklı siz karar verin. Aşı karşıtı içerik içimi acıtsa da sitede  ”Hitler İngiliz Ajanı idi” isimli bir kitabın tanıtımı günümü neşelendirdi diyebilirim.

Resim 4: Hitler İngiliz Ajanıydı

whale.to sitesinin zırvalamalarını tanıtımını yaptıkları “Hitler İngiliz Ajanı İdi” isimli kitaptan verdikleri alıntı ile bitireyim.

Feminism was invented in Russia as a method of war, and during the Cold War feminists in Russia were deported to the west.  Feminists break down the family, reduce breeding and create infighting. p.153

Feminizm Rusya tarafından bir savaş yöntemi olarak keşfedilmiştir ve Soğuk Savaş sırasında feministler Rusya’dan batıya sürgün edildiler. Feministler aileyi dağıtır, üremeyi azaltır ve içsavaş çıkartırlar. s. 153

5. sırada Science-Based Medicine (Bilime Dayanan Tıp) isimli blogdan bir link vardı. Bu blogu düzenli takip ettiğimden içeriğinde anahtar kelimelerin hepsinin geçtiğini biliyorum. Ama bu bilimdışı iddiaları öven bir anlamda değil yerin dibine sokan anlamda. O nedenle tıklamadım bile.

Listenin 6. ve 7. sırası aynı siteden iki farklı sayfanın linkiydi. Sitede anahtar kelimelerimle yaptığım taramanın sonuçları beni çok şaşırtmadı, kiropraktik, naturapati, homeopati kelimeleri geçen yazılar, homeopati, kiropraktik sitelerine linkler bolca bulunuyordu.

8. sırada ise egomu yerle bir eden, bu dünyadaki tek akıllı ben değilmişim dedirten bilimsel bir makaleye link vardı. ABD “Ulusal Aşı Bilgilendirme Ağı”‘ sayfalarında “Aşı Karşıtı Web Sitelerinin İçerik ve Tasarım Karakteristikleri” isimli makalenin tüm metnini “Journal of American Medical Association (JAMA)” web sitesinde buldum. Bundan sonraki linkler “Şüpheci Sözlük” ve Forbes web sitelerine yönlendirdiği için amacımın dışında sitelerdi. Bu nedenle JAMA’da yayınlanan makaleyi okumaya başladım. Makalenin sonuç kısmından alıntılar ve grafiklerini bir sonra ki gönderide vereceğimden kendi sonucumu yazıp bu yazıyı kapatıyorum.

SONUÇ: Aşı karşıtı siteler bilimdışı olarak kabul edilen iddialara değer vermekte, bilimin metotları ve standartlarını sağlamayan uygulamaları açıkça desteklemektedirler. Sadece sağlık alanında bilimdışılığa meyilli olmakla kalmayıp gerçeklikten uzak UFO, dünya dışı yaratıklar gibi konular ile değişik komplo teorileri de bu sitelerin ilgi alanlarındandır.

DİKKAT: Bu yazıda verilen bilgiler sadece bilgilendirme amaçlıdır. Hiçbir şekilde uzman görüşü yerine geçmez. Özellikle sağlık konusunda uzmanına danışın. Mümkünse bu yazıyı referans göstermeyin (Bu da aşı karşıtı sitelerden öğrendiğim uyarı mesajı :) .)


* : nasıl çevrileceği konusunda bir uzlaşma yok galiba, şiropraktik, kayropratik olarak kullanımları da var

Bu yazıda ziyaret edilen siteler:

  1. http://www.thinktwice.com
  2. http://thinkchoice.com/
  3. http://www.naturalnews.com/
  4. http://www.nvic.org/
  5. http://jennymccarthybodycount.com/
  6. http://www.whale.to
  7. http://www.immunizationinfo.org/

Yayınlanmamış Bir Yorum

$
0
0

İnternette aşı karşıtlığı ile ilgili ufak çaplı bir araştırma yaparsanız, hangi dilde geziniyor olursanız olun, belli başlı bazı argümanların kullanıldığını farkedeceksiniz. Bunun sebebi, aşı karşıtlığı konusunu bir dava olarak görenlerin, bu konuda araştırma yaparken tek yanlı, nispeten propaganda formatındaki yazıları okuduktan sonra, birincil kaynakları kontrol etme ihtiyacı duymaması, ve aynı argümanları kendi yazılarına veya web sitelerine taşımalarıdır. Bir blog yazarıyla aşağıdaki yazışmamız, karşılaştığımız bu durumlardan sadece bir tanesine güzel bir örnek teşkil ediyor:

Yabancı aşı karşıtı sitelerde de sık sık rastladığımız iddialarla donatılmış, görünürde bilimsel makaleleri referans gösteren yorum:

1960′da, Amerika’da iki virolog, çocuk felci aşısının laboratuar hayvanlarında kansere sebep olan SV40 virüsü taşıdığını tespit ettiklerinde milyonlarca çocuk aşılanmıştı. (Med Jnl of Australıa 17.3.1973 p555

1977′de ilk çocuk felci aşısını geliştiren DR. Jonas Salk diğer bilim insanları ile birlikte 1961′den beri Amerika’da görülen birçok çocuk felci vakasının asıl sebebinin aşının kendisi olduğuna dair ifade verdi. (Science 4.4.77 Abstracts)

1988 ve 1989′da Umman’da tamamen aşılanmış çocuklarda çocuk felci salgını görüldü. Hastalığın en yaygın olduğu bölgeler tamamen aşılanmış bölgeler, hastalığın az görüldüğü bölgeler ise aşılanmamış bölgelerdi. (The Lancet, 21.9.91)

2 Kasım 2000′de Amerikalı Doktorlar ve Cerrahlar Birliği (AAPS) St Louis’deki 57. toplantılarında oy birliği ile çocuk aşılarının zorunlu olmasının kaldırılması için karar aldı. Bu karara bir tane bile hayır diyen çıkmadı. (Report by Mıchael Devıtt)

Bu yorum üzerine geçen hafta gönderdiğimiz, fakat blog sahibi tarafından henüz yayınlanmamış cevabımız:

İyi günler,
Çocuk felci, 20. Yüzyılın en korkunç çocuk hastalıklarının başında gelir. Virütik bir sinir sistemi hastalığıdır ve birçok çocuğun ölümüne veya sakatlığına sebep olmuştur.

Yorumunuzdan anladığım kadarıyla, gösterdiğiniz kaynakları, aşı karşıtı başka websitelerinden aldınız. Kaynak gösterdiğiniz bir yayını okumak çok önemlidir. Eğer aşı yaptırıp yaptırmamayı sorguluyorsanız, bu sorgulama sürecinde ne kadar birincil kaynak okursanız, seçiminiz o kadar sağlıklı olacaktır. Hepimiz farkındayız, internette bir haber, bir fotoğraf veya bir veri, kaynağı gösterilmeden istenilen yöne çekilip çarpıtılabiliyor.

Bahsettiğiniz Lancet makalesindeki veriler (1988-89 Umman salgını) bu aşı karşıtı websitelerdeki argümanların aslında tam tersini tartışıyor. Aşılanmayan çocuklarla beraber, aşılanan çocuklardan yaklaşık %25’inin hastalığı geçirmeden virüsü taşıyıp bulaştırmış olabileceğinin altını çiziyor, ki bu aşı sayesinde hayatı kurtulmuş yüzbinlerce çocuk eder. Yapılan genom analizleri, salgına sebep olan virüsün, aslen Umman’da değil, güney asya çocuk felci vakalarında görülen mutant bir form olduğunu da gösteriyor. Makalenin son paragraflarından biri, şöyle bitiyor :
‘Thus,maintenance of high immunisation levels and surveillance for poliomyelitis is essential, even in countries that have substantially reduced or eliminated wild poliovirus infection.’
Yani: ‘Kısacası, çocuk felcinin büyük miktarda elendiği ve görülmediği ülkelerde dahi, poliomyelitis (çocuk felci) aşı programlarını devam ettirmek elzemdir’.
Aşı karşıtı websiteleri, okuyucuların birincil kaynakları kontrol etmeyeceklerini biliyorlar, dolayısıyla, kendi hipotezlerine tamamen ters düşen kaynakları vermekte dahi sakınca görmüyorlar.

Gelelim Dr. Jonas Salk’un, adeta günah çıkarma gibi lanse edilmiş, ‘aşıyı ben yaptım ve çocuk felcini yaydım’ gibi özetlenen beyanatına. Hayatını çocuk felci aşısına adamış, ve 1977 sonrası dahil olmak üzere, IPV (inaktif çocuk felci aşısı)’nı yaygınlaştırmaya gayret etmiş bir bilim adamının ağzından çıkan kelimeleri yorumlamadan önce tarihsel bağlama oturtalım:

Çocuk felci aşısı, ilk olarak 1952 yılında, inaktif halde (Inactivated Polio Virus, IPV), Jonas Salk tarafından üretildi. Amerika’da çocuk felci vakası, 1953’te 35 000’den, 1961’de 161’e indi (1). Ardından üç bağımsız grup (Albert Sabin, Hilary Koprowski ve H.R. Cox), IPV aşısından farklı olarak, inaktif (ölü) değil de zayıflaştırılmış (ama ‘yaşayan’) çocuk felci virüsü ile aşı geliştirdi (Ağız yoluyla alındığı için, Oral Polio Vaccine yani OPV denir). 1963’te, detaylarına girmeyeceğim sağlık avantajları nedeniyle, Amerika’da tercih edilen aşı oldu ve çocuk felci vakalarında daha da etkileyici bir düşüş görüldü (2).

Fakat bu ağız yoluyla alınan, zayıflaştırılmış virüs taşıyan OPV aşılarında, 750 000’de 1 görülen bir risk vardı, o da aşıdan dolayı gerçekleşen çocuk felci (3). Takdir edersiniz ki 750 000’de 1, epey az bir risk. Fakat yine de, şu anda salgın yaşamayan gelişmiş ülkelerin çoğunda, bu riski taşıyan OPV aşısından, bu riski taşımayan IPV aşısına (Salk’ın aşısı) geçiş için temel nedendir. Jonas Salk, ‘1961′den beri Amerika’da görülen birçok çocuk felci vakasının asıl sebebinin aşının kendisi olduğunu’ söylerken, OPV aşısının yarattığı 750 000’de 1’lik riskten bahsetmekte, bunun yerine, ölü virus taşıyan ve böyle bir risk bulundurmayan kendi aşısının kullanımını yaygınlaştırmak istemektedir.

Gelelim, yine aşı karşıtı sitelerde, çocuk felci aşısı için sıkça rastladığımız bu ‘1960da iki virolog, aşının içinde SV40 virüsü buldu’ iddiasına. Bu iddia doğrudur, ancak SV40 sadece maymunlarda bulaşıcı olan bir virüstür. hamster’larda tümöre sebep olduğu bir adet çalışmada görüldüyse de (4), insanlarda böyle bir etkisi gözlenmemiştir. 1955-1963 arası, içinde SV40 virüsünün olduğu aşılar dağıtılmıştır,fakat daha sonra yapılan bağımsız çalışmalar, SV40’lı aşıyı olanlar ve olmayanlar arasında kanser oranında bir değişme olmadığını göstermiştir. (5)

Son olarak, bahsi geçen Amerikan Cerrahlar ve Doktorlar Derneği’nin (AASP) St. Louis beyanatına ikinci ağızdan olmayan bir kaynağa malesef ulaşamadım. Fakat resmi sitelerinde, sağlık çalışanlarının her sene grip aşılarını olma zorunluluğunun ve aksi takdirde uygulanan katı yaptırımların kaldırabilineceğine dair bir önerme var (6). Grip, her mevsim hızla mutasyona uğrayabilen ve birçok farklı grip virüsü türünü kapsayan bir vaka olduğundan, mevsimlik grip aşılarının yetkinliği her zaman tartışılmıştır. Bu beyanat, çocuk aşılarına alınmış bir tavır değildir.

Özetlemek gerekirse, 20. Yüzyılın ilk yarısında Amerika’da yılda 60 000 civarı görülen çocuk felci vakaları, artık sıfıra inmiştir. Şu grafikte (http://3.bp.blogspot.com/_8Z869lPmoNo/SUob1xVT5HI/…) gördüğünüz üzere, bu gelişme çocuk felci aşısı sayesindedir. (Grafik için kaynak, 7).

Aşı karşıtı siteler, felaket tellalığı yapmayı ve yıkıcı konuşmayı severler. Halbuki, çocuk felci ve IPV-OPV aşıları örneğinde olduğu gibi, aşıların içeriği geliştirilebilir, çok nadir de görülse sağlığa olası zararları minimuma indirilebilir. Bilim adamları, ilaç sektörüne hizmet eden canavarlar değillerdir. Jonas Salk, hayatını çocuk felci aşısına adamıştır ve bugün bu hastalıktan korkmuyor olmamızın sebebi, onun ve meslektaşlarının geliştirdiği aşılardır.

Umarım diğer sitelerden okuduğunuz kaynakları biraz daha netleştirebilmişimdir. Size tavsiyem, çocuğunuzu aşısız bırakmamanızdır.

(1) Hinman A (1984). “Landmark perspective: Mass vaccination against polio”. JAMA 251 (22): 2994–6.doi:10.1001/jama.251.22.2994. PMID 6371280.
(2) Smallman-Raynor, Matthew (2006). Poliomyelitis: A World Geography: Emergence to Eradication. Oxford University Press, USA. ISBN 0-19-924474-X.
(3) Racaniello V (2006). “One hundred years of poliovirus pathogenesis”. Virology 344 (1): 9–16.doi:10.1016/j.virol.2005.09.015. PMID 16364730.
(4) Eddy B, Borman G, Berkeley W, Young R (1961). “Tumors induced in hamsters by injection of rhesus monkey kidney cell extracts”. Proc Soc Exp Biol Med 107: 191–7. PMID 13725644.
(5) Olin P, Giesecke J (1998). “Potential exposure to SV40 in polio vaccines used in Sweden during 1957: no impact on cancer incidence rates 1960 to 1993″. Dev Biol Stand 94: 227–33. PMID 9776244.
(6) http://www.aapsonline.org/index.php/article/…
(7)http://www.cdc.gov/mmwr/preview/mmwrhtml/00035381.htm « collapse


Komplo Teorileri – 1: Her derde deva

$
0
0

Yalansavar’da savılan yalanlara baktığımızda bir çoğunun komplo teorileri dayanak yapılarak oluşturulduğunu görüyoruz. Zaten günümüzde etrafımız komplo teorilerinden geçilmiyor. Eskiden bilgiye ulaşmak için çabalarken artık her gün bize ulaşan bilgi dalgalarında gerçeği sahtesinden ayırmak için uğraşıyoruz. İnternette sıkça gördüğümüz “Prenses Diana’yı İngiliz gizli servisi öldürdü” ya da “Amerikalılar aslında aya gitmediler” gibi iddialar hala etrafta uçuşur durur. Yalansavar ekibi olarak bu sefer de komplo teorilerini irdeliyoruz. Komplo teorileri nedir, nasıl ve neden ortaya çıkarlar, ne kadar etkili olurlar, paranoya ya da şüphecilikten farkları nedir, bu yazı dizisinde hepsini sizin için araştırdık.

Komplo Teorisi Ne Demek?

Önce kısaca ‘komplo‘ ve ‘teori‘ kelimelerine bakalım. Komplo kelimesi, dilimize geçtiğimiz yüzyılın başında, Fransızca’da küçük entrika anlamına gelen ‘complot‘ kelimesinden geçmiş. (1) Bugün bu kelimeyi “gizli tertip” anlamıyla kullanıyoruz. (Eski milletvekillerinden Şevki Yılmaz’ın meşhur “bana komple yaptılar” sözü, kelimenin yanlış telaffuzunun örneğidir, sizi yanıltmasın)

Teori‘ kelimesi de yine aynı dönemde aynı ülkeden ithal. Fransızca orijnali ‘théorie‘ olan kelimenin Türkçe’de iki temel anlamı var. İlki, ‘bilimsel teori’ dendiğinde kastedilen anlam, yani geçerliliği ve güvenilirliği bilimsel yöntemlerle gösterilmiş olan, iç tutarlılığı bulunan bilgiler ve açıklamalar bütünü. (2) Mesela ‘Einstein’ın İzafiyet Teorisi’ ya da ‘Newton’un Yerçekimi Teorisi’ gibi.

Bunun yanısıra ‘teori’ kelimesinin akademik ortamların dışında kullanılan ikinci bir anlamı var: Daha çok gözlem ve akıl yürütmeye dayanan, bilimsel olarak test edilmemiş öznel varsayımlara ve iddialara da teori deniyor. Bir başka deyişle, bilimsel yöntemde ‘hipotez’ olarak adlandırılan adıma halk arasında daha çok teori deniyor. ‘Komplo Teorisi‘ dediğimizde kullanılan anlamı bu ikincisi.

Bir komplonun ortaya çıkması için iki ya da daha fazla sayıda kişinin yasadışı ya da haksız bir eylem için gizlice anlaşmış olmaları gerekir. Gerçekten olmuş ya da olmamış böyle bir gizli anlaşma hakkındaki ispatlanmamış önerilere komplo teorisi diyoruz (3). Bir başka deyişle komplo teorileri, “kamuoyu tarafından belli bir şekilde algılanmış herhangi bir olay hakkında geliştirilmiş, kamuoyundan saklandığı iddia edilen bilgilerle, gizli bilgilere veya olayın arkasındaki görünmeyen güçlerle ilişkilendirilen alternatif açıklamalara verilen addır“. (4)

Komplo teorilerini, “Haliç’in dibinde altın var, Japonlar ‘temizleriz ama altının yarısı bizim olur’ demiş, bizimkiler kabul etmemiş” ya da “Neil Armstrong uzayda ezan sesi duymuş” gibi şehir efsanelerinden de ayırmak lazım. Komplo teorileri çok daha ciddi fenomenlerdir.

Öncelikle, komplolar vardır. İnsanlar belli amaçlara ulaşmak için planlar yapar, senaryolar tezgahlarlar. Bu gerçek komploları yanıltıcı komplo teorilerinden ayırt etmek bazen çok güç olabilir. Şurası bir gerçek ki, komplo teorileri, şehir efsanelerine kıyasla daha fazla sayıda insanı sözde kanıtlarla uzun bir süre etkileri altında bırakabilirler. Üstelik, bir komplo teorisini ortaya atan kişi bu teoriye herkesten çok inanıyor da olabilir.

Komplo Teorilerinin Ortak Özellikleri

Komplo teorileri genelde şu tip şüphe uyandıran çıkarımlar içerir:

  1. Çoğu kez bu tip iddialar somut deliller sunmak yerine, olaylar arasında mantıklı gördükleri ilişkilendirmeleri delil olarak gösterirler. (5) Örneğin, “Almanya bu işten kar etti, demek ki bu işin arkasında Almanlar var”, gibi.
  2. İşin içinde olduğu iddia edilen insanların ya da kurumların olağanüstü yetenekleri olduğu varsayılır. Mesela, “Atatürk’ü Masonlar öldürdü” diyen birisi Masonların bu tip bir suikasti kotarabilecek güçleri ve yetenekleri olduğunu, ispata gerek duymadan varsayar.
  3. Komplo teorilerinde, komplonun arkasındaki insanların son derece akıllı ve bilgili oldukları gibi, gerektiğinde çevrelerindeki zayıf iradeli insanları da kandırdıkları ya da ikna ettikleri varsayılır. (6) Mesela diş macunlarının zehirli olduğu bilgisini yayan kişiler, dünyadaki milyonlarca diş hekimi, bilim insanı ve resmi görevlinin kandırılmış olduklarını da ileri sürmüş olurlar.
  4. Bu “teoriler” aynı anda bir çok olayın ve/veya insanın bir araya geldiği karmaşık süreçleri basit gelişmelermiş gibi kullanırlar. Mesela “Amerikalılar AIDS hastalığını 1960′larda, dünya nüfusunu kontrol edebilmek için icat ettiler” diyen bir kişi, en az yüzlerce Amerikalı politikacı, asker, bürokrat ve bilim insanının bir araya gelip, dünyada nüfusu hızlı artan ülkeleri etkileyecek ancak kendi ülkelerine zarar vermeyecek son derece karmaşık planlar yaptıklarını iddia etmiş olur ve çoğu kez bu ölçekte bir planda ortaya çıkabilecek problemleri gözardı eder.
  5. Komplo teorileri, bütün bu işler olup biterken bir çok kişinin seslerini çıkar(a)madıklarını öne sürerler. Mesela bir önceki örnekte verilen teoriye inanacak olursak, tüm dünyada milyonlarca masum insan ölmüş ama bu işten yıllardır haberdar olan binlerce kişiden bir tanesi bile vicdanının sesini dünyaya duyur(a)mamıştır.
  6. Çoğu kez komplo teorileri bir kurumu, bir ülkeyi, hatta bazen dünyayı yönetmek ya da ele geçirmek gibi amaçlardan bahsederler. Mesela “Rothschild adlı zengin banker aile son 200 küsür yıldır dünyayı yönetmektedir.”
  7. Komplo teorilerinin en kritik noktalarında tümevarım yöntemi kullanılır ancak tümdengelim yöntemi ihmal edilir. (7) Bir başka deyişle, komplo teorisini oluşturanlar, etrafta gözlemledikleri olayları kullanarak belli bir sonuca ulaşırlar, ancak sonradan geri dönüp, tümdengelim yöntemiyle, ulaşılan sonucun sağlamasını yapmayı ihmal ederler. Örneğin bir önceki maddede verdiğimiz örnekte şöyle bir tümevarım çıkarsaması yapılmış olabilir: 1) Rothschild ailesinin çok parası vardır. 2) Başkanlık seçimlerini en çok parası olan aday kazanır. 3) Demek ki Rothschild ailesi istediği adayı başkan seçtirir. Eğer bu teoriyi öne süren kişi, aynı teoriyi tümdengelim yöntemiyle de açıklayamıyorsa teorinin yanlış olma ihtimali artar. Mesela, 1) Rothschild ailesi istediği adayı başkan seçtirir. 2) Barack Obama başkanlık yapmıştır. 3) Demek ki Obama’yı Rothschild ailesi başkan seçtirmiştir, gibi.
  8. Komplo teorileri anlatılırken, gerçekleşme ihtimali yüksek, sıradan olaylarla başlar, gerçekleşme ihtimali düşük büyük iddialara doğru evrilir. Örneğin şu 4 önermeyi sıralayalım: 1) AtlasJet Havayollarının 30 Kasım 2007 tarihinde düşen İstanbul-Isparta uçağında hayatını kaybeden yolculardan birisi de ünlü bilim insanı Prof. Dr. Engin Arık’tır. 2) Prof. Arık toryum elementi ile ilgili gizli araştırmalar yapıyordu. 3) Dış güçler Türkiye’nin toryumu kullanarak enerji üretmesini engellemeye çalışıyorlar. 4) Isparta uçağı bu sebeple düşürülmüştür. Bu önermelerde her bir önermenin bir öncekine kıyasla daha düşük ihtimalli ama daha sansasyonel bir iddia içerdiğini görebiliriz.
  9. Bu teorileri yazanlar ya da anlatanlar, sıradan ya da doğal olaylara esrarengiz, muazzam ve/veya art niyetli anlamlar yüklerler. Örneğin, 2004 yılında Endonezya açıklarında denizin 30km. altında gerçekleşen deprem ve ardından gelen tsunami felaketinin ardında Amerika ve Hindistan olduğu iddiası gibi.
  10. Komplo teorileri, gerçek bilgileri ve kanıtlanmamış iddiaları hiç bir ayrım yapmadan bir araya getirir ve kullanır. Örneğin, “Yoğurtların raf ömrünü arttırmak için içlerine zehirli maddeler koyuyorlar” diyen bir kimse, son yıllarda marketlerde satılan yoğurtların raf ömrünün artmış olduğu gerçeğiyle, yoğurtlara zehirli madde konuduğu iddiasını bir arada kullanmış olur.
  11. Bilumum devlet kurumlarının ve bazı özel kuruluşların hemen hemen her zaman komplo teorileri içerisinde rol aldığı görülmektedir. Mesela eski A.B.D. başkanı Kennedy’i kim öldürdü? CIA’den FBI’a, Sovyetler Birliğinden Klu Klux Klan’a herkes listedeki yerini alacaktır!
  12. Bu tip komplo teorilerini ortaya atan kişiler, diğer alternatif açıklamaları atlar ya da önemsiz bulurlar, bunun yerine kendi teorilerine delil bulmaya çalışırlar. Örneğin, 1999′daki Gölcük depreminin nedeninin, oradaki donanma üssünde deney yapan İsrailliler olduğunu iddia edenler, bu fikri kanıtlamak için delil bulmaya çalışırken, Gölcük’ün üzerinde yer aldığı aktif Kuzey Anadolu deprem fay hattı hakkında deprem uzmanlarının verdiği açıklayıcı demeçleri pek önemsemezler.
  13. Çoğu komplo teorisi, ortada olduğunu iddia ettikleri gizemin arkasında herkesi yönlendiren bir merkez olduğunu savunur. (8) İlluminati, Bilderberg grubu, CIA gibi örgütler, Karadeniz’de çıkan kenelerden tutun 11 Eylül saldırılarına kadar her olayda olağan şüphelidirler.
  14. Son olarak, komplo teorilerine inanmayan kişiler cahil ya da saf olmakla itham edilirler.

Komplo teorilerinin en önemli özelliklerinden bir tanesi kolay kolay zamanaşımına uğramamalarıdır. 1776′da kurulmuş İlluminati adlı gizli bir örgütün dünyayı yönettiğini (9), ya da A.B.D. başkanı Roosevelt’in 1941′de Japonya’nın Pearl Harbor’a saldıracağını önceden bildiğini iddia edenler, aradan geçen onca zaman karşı popülerliklerini korumaktadırlar. Dünyayı, hatta tarihi, son derece kudretli ve kötü niyetli güçlerin kontrol ettikleri görüşü de komplo teorilerinin merkezinde yer alır. (10)

Komplo Teorileri Çürütülebilir mi?

Yanlış komplo teorilerini çürütmek bir kaç nedenden dolayı çok zordur:

  1. Öncelikle, yukarıda da belirttiğimiz gibi, bir çok komplo teorisi gerçekleşme ihtimali yüksek, sıradan olaylarla başlar. Bu durum, komplo teorisi sanki gerçeklere dayanıyormuş izlenimi vererek teoriyi çürütmeyi zorlaştırır. Örneğin, “aşılar otizme neden oluyor” şeklindeki komplo teorisini yayan kişilerin başlıca argümanı, Dr. Andrew Wakefield’in 1998 yılında Lancet adlı tıp dergisinde yayınladığı bir makaledir ve bu makale gerçekten yayınlanmıştır. Ancak bu yanlış teoriyi hala yayanlar, sonradan yapılan bilimsel deneylerin bu çalışmayı çürüttüğünü, Andrew Wakefield’ın yaptığı çalışmanın sonuçlarından parasal çıkarı olduğunun ortaya çıktığını, bunun sonucunda çalışma arkadaşlarının çalışmadan çekildiklerini, kendisinin “Doktor” ünvanının geri alındığını ve son olarak Lancet dergisinin makaleyi yayından çektiğini anlatmazlar.
  2. Yukarıdaki örneğin aksine, kimi durumlarda komplo teorisini ortaya atan kişinin bu teoriden direkt çıkarı yoktur. Bu sebepten ötürü, iddiaları dinleyenler teoriyi ortaya atan kişinin niyetinden şüphelenmezler ve bu da komplo teorisini daha ikna edici kılar.

  3. Komplo teorileri genelde çok ilgi çekici konular üzerine olur. Uluslararası ilişkiler, uzaylılar, meşhur birinin ölümü ya da öldürülmesi gibi konular hepimize ilginç ve gizemli gelir, bu yüzden de bu tür teoriler daha hızlı yayılırlar.
  4. Bu iddialar, zaman içerisinde yeni bilgiler ışığında kendilerini yenilerler. Bir komplo teorisinin ana argümanı çürütülünce, kısa bir süre sonra ortaya başka bir sözde “delil” atılır, daha önceden çürütülmüş olan argüman gündemden düşer. Üstelik, kağıda basılmış iddialardan farklı olarak, sayısal (dijital) ortamda yayınlanmış yazılardaki yalanlanmış bilgiler kolayca değiştirilebilir. Siz komplo teorisini yayan bir internet sitesine girdiğinizde geçmişte yapılmış değişikliklerin izini süremezsiniz.
  5. Komplo teorileri, karmaşık ilişkilerin şekillendirdiği dünyamız hakkında insanlara kavraması kolay açıklamalar verirler. Özellikle insanların çoğunun artık şehirlerde tanımadıkları kişilerle birarada yaşadığını ve ilerleyen iletişim olanaklarının getirdiği çok boyutlu bağlantıların üzerimizde yarattığı baskı ve stresi düşünecek olursak, bu basit açıklamaların ne kadar rahatlatıcı olabileceğini görebiliriz.
  6. Yanıltıcı komplo teorileri, kurumlara ya da belli birey ya da gruplara karşı zaten önceden var olan önyargılardan beslenirler. Din, dil, etnik köken, cinsel tercih, ırk, milliyet gibi kavramlar etrafından oluşturulmuş klişeler ve önyargılar, komplo teorileri için çok bereketli bir zemin hazırlar.
  7. Son olarak, iletişimin, özellikle internetin yaygınlaşması, doğrulanmış ya da doğrulanmamış her türlü bilginin hızla yayılmasına neden olmaktadır.

Komplo Teorisi Tespit Kiti

Yine de, elimizde yanlış komplo teorilerini gerçek olabilecek komplolardan ayırt etmemize yarayacak bir kaç araç mevcuttur.

Öncelikle teoriyi, yazımızın başında sıraladığımız çıkarımlarla karşılaştırabiliriz. Bu şüphe uyandıracak özelliklerden ne kadar fazlası mevcutsa teorinin yanlış olma ihtimali de o kadar yüksek olacaktır.

Bunun yanısıra, teorideki eylemin gerçekleşmesi için ne kadar çok kişi ve kurumun üye, ajan, işbirlikçi, kandırılmış vs. olması gerekiyorsa komplonun gerçek olma ihtimali o kadar az olacaktır. Çünkü pratikte, bir eylemden haberdar olan kişi sayısı arttıkça o eylemin gizliliğini korumak zorlaşır. (11)

Komplo teorilerini test etmekte kullanabileceğimiz bir diğer yöntem de, felsefede kullanılan Occam’ın Usturası kuralıdır. Bu kural, daha sağlam bir açıklama getirmediği sürece karmaşık açıklamalar yerine basit açıklamalara güvenilmesi gerektiğini söyler. (12) Bir başka deyişle, bir olayın nedenini ararken, önce en az sayıda aşama, karar ya da neden-sonuç ilişkisi içeren açıklamalardan başlamalı, eğer bu açıklama tatmin edici değilse, biraz daha karmaşık diğer açıklamaya geçmeliyiz. Mesela gözlüğüm masanın üstünde umduğum yerde değilse, hemen komşumun Rus ajanı olduğunu ve gözlüğümü, içine sakladığı mikrofilmlerle beraber çalıp, çok sessiz bir helikopterle kaçtığını iddia etmem! Occam’ın Usturası kuralına göre basit nedenlerden başlarım, önce çantama bakarım, eğer orda yoksa eşim başka bir yere mi koymuş, onu araştırırım ve bu şekilde en az sayıda kişi veya karar gerektirecek açıklamadan daha karmaşık açıklamalara doğru ilerlerim. Ancak gerçek olmayan bir çok komplo teorisi, iddialarını açıklarken, birbirinden bağımsız bir çok olayın aslında karmaşık bir şekilde birbiriyle bağlantılı olduğunu ispatlamaya çalışır, çok daha basit ve olası açıklamalara değer vermez.

Öte yandan komplo teorileri bu karmaşık açıklamaları nihayetinde çok basit bir genel teoriye indirgeme eğilimindedirler. “Bütün medeniyetlerin temelinde uzaylılar var” ya da “Dünyayı Bilderberg Grubu yönetiyor” gibi. Her ne kadar insanların aldıkları çoğu kararın ardında basit sebepler olsa da, bu kararların çokluğu olayları ve hayatı karmaşıklaştırır. Ortaya atılan temel önerme ne kadar çok olayı aynı komplo teorisi altında genelliyor ise doğruluk ihtimali de o kadar azalacaktır.

Son olarak, teorinin dayandığı delillerin güvenilirliklerini sorgulamak, bize o teori hakkında iyi bir fikir verecektir. Eğer bu delillerin hangi bulgulara dayandığını sorduğumuzda “bunu herkes biliyor“, “bir yerde okumuştum” ya da “başka bi sebebi olamaz ki” gibi muğlak, öznel veya kaçamak yanıtlar alıyorsak o teorinin pek güvenilir olmadığı açığa çıkacaktır.

Eğer iddialara net bir kaynak gösteriliyorsa, bu kaynağın güvenilirliğini de bilimsel açıdan sorgulayabiliriz. Özellikle kaynak olarak bir uzman gösteriliyorsa, o kişinin yayınladığı makalelerin hangi bilimsel dergilerde çıktığına ve meslektaşlarından nasıl tepkiler aldığına bakmak faydalı olacaktır. (Bu konuda örnek olacak güzel bir Yalansavar yazısını okumak için buraya tıklayabilirsiniz.)

Yazı dizimizin ikinci bölümünde komplo teorilerini yaratan kişilere odaklanacağız.

Kaynakça:

1 – Sevan Nişanyan, Etimolojik Sözlük, Everest Yayınları 4. Baskı, s. 336
2 – http://tr.wikipedia.org/wiki/Teori
3 – Kathryn S. Olmsted, Real Enemies: Conspiracy Theories and American Democracy, World War I to 9/11, Oxford University Press, s. 3
4 – http://tr.wikipedia.org/wiki/Komplo_teorisi
5 – http://www.michaelshermer.com/2010/12/the-conspiracy-theory-detector
6 – http://www2.ucsc.edu/whorulesamerica/theory/conspiracy.html
7 – http://www.urban75.org/info/conspiraloons.html
8 – Mark Fenster, Conspiracy Theories: Secrecy and Power in American Culture, University of Minnesota Press, s. 23
9 – http://www.henrymakow.com/141002.html
10 – Michael Barkun, A Culture of Conspiracy, University of California Press, s. 3
11 – http://www.scientificamerican.com/article.cfm?id=why-people-believe-in-conspiracies
12 – David Aaronovitch, The Role of the Conspiracy Theory in Shaping Modern History, s. 6


Komplo Teorileri – 2: Bana Kül Yutturamazsınız!

$
0
0

Komplo Teorileri yazı dizimizin birinci bölümünde, komplo teorisi nedir, komplo teorilerinin ortak özellikleri nelerdir, bir komplo teorisinin yanlış olup olmadığını nasıl anlayabiliriz, gibi konulara değinmiştik. Dizimizin ikinci bölümünde ise komplo teorilerini kimler neden ve nasıl çıkartır, bu sorulara yanıt aradık.

Komploların tarihinin en az insanlık tarihi kadar eski olduğunu söylersek herhalde fazla abartmış olmayız. Tarım öncesi çağlarda bile, bir kaç kötü niyetli kişi bir araya gelerek bir tezgah kurup, başka bir kişinin ya da grubun topladığı meyveleri çalmış olabilir mesela. Ama daha büyük ölçekte komplolar olduğuna dair iddialara ancak son bir kaç yüzyılın tarihini incelerken rastlıyoruz. Ulus devletlerin pıtrak gibi çoğaldığı ve dünyanın ilk küreselleşme deneyimini yaşadığı 19. yüzyıl aynı zamanda komplo teorilerinin de birbiri ardına üretilmeye başlandığı zaman olarak karşımıza çıkar.

Ancak komplo teorilerinin toplumun büyük bir bölümünü etkilediği dönem II. Dünya Savaşı sonrasıdır. Gazeteci yazar Daniel Pipes, bu dönemde A.B.D.’de komplo teorilerine iki ana toplumsal grubun (siyasi arenada desteği olmayanlar ve şüpheci bir kültüre sahip insanların) itibar ettiklerini ve yakın dönemde bu grupların, doğaüstü güçlere inanan gruplarla güçlerini birleştirdiklerini savunmaktadır. [1] Ancak yine A.B.D.’de yapılan antropolojik araştırmalar, komplo teorilerine inanan insanların, Pipes’ın iddiasının aksine, artık sadece toplumun dışlanmış ya da nev’i şahsına münhasır kesimlerinden değil, kadınlı erkekli farklı etnik, eğitim ve meslek gruplarından da geldiklerini göstermektedir. [2] Günümüzde komplo teorileri, ülkemiz de dahil olmak üzere dünyanın her yerinde farklı sosyolojik gruplardan insanlar arasında hararetle tartışılmakta ve yayılmaktadır. Özellikle internet, doğruluğu ispatlanmamış bir sürü bilginin her gün evlerimize girmesine olanak sağlamıştır. [3]

Komplo Teorilerini Kimler Çıkartır?

Kanadalı gazeteci Jonathan Kay, komplo teorilerini çıkartan kişileri iki temel grupta toplamaktadır: Saplantılılar ve militanlar. [4] Kay, ‘saplantılı’ dediği kişileri, komploları ortaya çıkarmayı kendilerine amaç edinmiş, hayatlarını bu şekilde anlamlandıran kişiler olarak tanımlamakta, bu kategorideki kişilerin komplo teorilerileriyle, özellikle orta yaş krizinden geçtikten sonra ilgilenmeye başladıklarını iddia etmektedir. Militanları ise, kendi radikal görüşlerini yaymak ve toplumun ilgisini çekmek için komplo teorilerini yayan insanlar olarak tanımlamakta ve bu kişilerin komplo teorilerini yaymaya daha ziyade üniversite yıllarından itibaren başladıklarını öne sürmektedir.

Komplo teorilerini çıkartan kişilerin şu varsayımlarla düşündükleri ileri sürülmüştür [5]:

1) Olayların dış görünümü aldatıcıdır. Komplo teorisyenleri hiç bir olayın göründüğü gibi olmadığını iddia ederler. En sıradan görünen harekette dahi bir komplo vardır.

2) Tarihi, komplo teorileri yönlendirir. Bu teorisyenler için tarih, insan topluluklarının etkileşim içerisinde beraber yazdıkları bir süreç değildir. CIA, Illimunati gibi gruplar tarihin doğrultusunu istedikleri gibi değiştirirler.

3) Hiç bir olay tesadüfen gerçekleşmez. Komplo teorisindeki olayları incelerken, eğer komployu destekleyen bir bağlantı bulunabiliyorsa o olay hemen komploya yorulur. Eğer bi bağlantı bulunamadıysa ya da komployu yalanlayan bir bağlantı mevcutsa, o zaman da o olayın komplocular tarafından bilinçli olarak, komplo yokmuş izlenimi vermek için tasarlandığı iddia edilir. Böylece her olay komplonun bir parçası olur. [6]

4) Düşman gittikçe güçlenmektedir. Komplo teorisyenleri için düşman, sürekli güçlenen, her yerde adamları olan ve her şeye kadir bir güçtür.

5) Güç, şöhret, para ve/veya seks her şeyin sebebidir. Komplo teorisyenlerine göre karşı taraf her zaman kötü ve bencildir. Ahlak, sevgi, şeref gibi değerler düşman tarafında varolamaz.

Komplo Teorisyenlerinin Karakteristik Özellikleri Nelerdir?

Psikologlar, komplo teorilerini çıkartan kişilerin bir anlam arayışında olduklarını ve bu arayışın, yoktan bir komplo teorisi çıkarttırabilecek kadar güçlü olduğunu düşünmektedirler. Bir kez komplo teorisi kişinin kafasında ortaya çıktığında da, onaylama önyargısı sayesinde teoriye olan inanç gittikçe güçlenmektedir. (‘Onaylama önyargısı’ psikolojide, önceden var olan inançları onaylayan kanıtları arayıp bulma ve gerisini göz ardı etme eğilimi olarak tanımlanmaktadır. [7])

Michael Shermer, Scientific American dergisinde yayınlanmış bir yazısında, yukarıda bahsettiğimiz ‘onaylama önyargısı’nın dışında, komplo teorisyenlerinde yaygın olan 3 karakteristik özellikten daha bahsetmektedir: [8]

  • Farklı olaylar arasından anlamlı benzerlikler ve bağlantılar çıkartmak
  • Dünyayı perde arkasındaki güçlerin yönettiğine inanmak
  • Beklenmedik şekilde sonlanan olaylara “ben zaten biliyordum” şeklinde yaklaşmak

Neden Komplo Teorileri Çıkartırız?

Komplo teorisyenlerinin kafalarında komplolar yaratmalarının nedenlerinden bazıları şunlardır:

1) Her ne kadar komplo teorisyenleri komploları olumsuz bir durum olarak algılasalar da, bu teorilerin varlığı, dünyada gelişen karmaşık olayların kontrol edilemez değil, tam tersine hala insanların kontrolünde olduğu duygusunu vererek teorisyeni rahatlatır. Varlığına inanılan komplo, kişiye o komplonun bir gün bozulabileceği ve etrafımızdaki olayların kontrolünü elimize alabileceğimiz ümidini verir.

2) İnsanların önemli olayların arkasında önemli nedenler olduğunu düşünmek yönünde genel bir eğilimleri de vardır. Örneğin, yapılan bir deneyde iki grup insana, bir politikacıya yönelik suikast girişimi ile ilgili bir gazete haberi gösterilmiştir. Her iki gruba da gösterilen haber neredeyse aynıdır. Tek fark, birinci gruba gösterilen haberde politikacı ölmüş, ikinci gruba gösterilen haberde ise ölmemiştir. Deneyin sonucunda birinci gruptaki kişiler arasında suikastı bir komplo olarak yorumlayanların oranının, ikinci gruba göre daha fazla olduğu gözlemlenmiştir. [9]

3) Komplo teorilerinin çıkışını besleyen bir diğer eğilim ise, insanların faili meçhul bir olayda, o işten kimin çıkarı varsa onu suçlamalarıdır. Genelde dedektiflerin şüphelileri belirlemek için kullandıkları bu mantığı, komplo teorisyenleri bir delilmiş gibi tepe tepe kullanırlar.

Bir pareidolia örneği: Fransa’nın Ebihens adasında kızılderili kafasına benzeyen bir kaya (Kaynak: http://scitechdaily.com)

4) Psikolojide ‘pareidolia’ denilen, insanların tesadüfi sesler ya da şekiller arasında varolmayan bağlantılar bulması fenomeni de komplo teorilerinin ortaya çıkmasına neden olabilir: [10] Pareidolia’ya örnek olarak bulut, taş, tepe gibi doğal nesnelerin insan, hayvan, yazı gibi anlamlı şekillere benzetilmesini gösterebiliriz. [11] Geçmişte bir çok kez atalarımızın hayatını kurtarmış olan bu genetik avantaj, bazı insanların bazı koşullar altında, gerçekte varolmayan bağlantıları sanki varmış gibi görmelerine de neden olmaktadır.

Bu bölümü paranoyaklardan bahsetmeden geçmeyelim. Paranoyaklar, sürekli olarak çevrelerindeki insanların kendilerine kötülük yapmak istediklerine inanırlar ve sıradan olayların arkasında kendilerine yönelik bir komplo olduğuna inanırlar. [12] Tıpkı komplo teorisyenleri gibi iyi birer gözlemcidirler ve bir kere bir komploya inandıklarında aksini ispatlayacak işaretleri dikkate almazlar. Ancak komplo teorisyenlerinden farklı olarak, paranoyaklar, daha büyük ölçekteki meseleler yerine kendi kişisel şartlarına odaklanırlar ve diğer insanları komplo ile suçlarken din, dil, milliyet vs. ayrımı yapmazlar. En yakınlarındaki kişilerden bile en ufak bir harekette şüphelenebilirler.

Bütün bunların yanısıra bir de, yanlış olduğu biliniyor olmasına rağmen ortaya atılan komplo teorileri vardır. Hatta bu tip durumlarda devletler ya da kurumlar da komplo teorisyeni olarak karşımıza çıkarlar. [13] Devletlerin hedef şaşırtmak için çeşitli kanallardan kamuoyuna komplo teorileri saldıkları bilinmektedir. Bu şaşırtmaların bazılarını psikolojik savaş ya da dezenformasyon kategorileri altına da yerleştirebiliriz. Bir başka deyişle, komplo teorileri bazen başka bir komplonun parçası da olabilirler.

Örnek olarak, 11 Eylül saldırılarından sonra başta A.B.D. olmak üzere bazı devletlerin, Saddam Hüseyin’in gizlice kitle imha silahları ve nükleer bomba üretmeye çalıştığı [14] ve El Kaide örgütü ile işbirliği yaptığı [15] şeklindeki komplo teorisini yayıp, sonra bu teoriyi Irak’ı işgal nedeni olarak kullanmalarını gösterebiliriz.

Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, insanlar ve devletler belli amaçlara ulaşabilmek için komplo kurma yoluna gidebilirler. Dolayısıyla bütün komplo teorisyenlerinin yanlış oldukları sonucunu çıkartamayız. Günümüzde ‘komplo teorisi’ terimi, özellikle ana akım medyada, küçümseyici bir anlamda kullanılmaktadır. [16] Oysa ki, komplonun olduğu her demokratik toplumda, bu komploları sezecek, araştıracak ve ortaya çıkartmaya çalışacak kişiler ve gruplar olacaktır. Ancak burada, hiç bir gerçek ya da bilimsel veriye dayanmadan, tamamen kendi kuruntuları üzerine komplo teorileri inşa eden kişilerle, gördüklerinden ve buldukları sonuçlardan yola çıkarak toplumda varolan yaygın açıklamalara alternatifler getiren şüpheci insanları birbirinden ayırmalıyız.

Peki ya bizler neden tanımadığımız birilerinin ortaya attığı bu komplo teorilerine inanmaya ve onları her türlü ortamda yaymaya bu kadar meyilliyiz? Yazı dizimizin 3. bölümünün konusu da bu olacak.

Kaynakça:

1 – http://www.freerepublic.com/focus/f-news/1057643/posts
2 – Harry G. West, Todd Sanders, Transparency and conspiracy, Duke University Press Durham and London 2003,s 4.
3 – James McConnachie, The Rough Guide to Conspiracy Theories, Rough Guides, 2005
4 – Jonathan Kay, Among the Truthers, HarperCollins, 2011, s. 168
5 – Daniel Pipes, Dealing with Middle Eastern Conspiracy Theories, Orbis, 1992
6 – Michael Barkun, A Culture of Conspiracy, University of California Press, s. 4
7- http://ucnoktaaforizma.wordpress.com/category/bilim/
8- http://www.scientificamerican.com/article.cfm?id=why-people-believe-in-conspiracies
9- Patrick Leman, The lure of the conspiracy theory, New Scientist, July 2007
10- Michael Shermer, The Believing Brain, Times Books, 2011
11 – http://en.wikipedia.org/wiki/Pareidolia#Explanations
12 – http://tr.wikipedia.org/wiki/Paranoya
13 – http://www.dailykos.com/story/2009/04/01/715274/-Morning-Feature-Conspiracy-Theory-101-Disappointment-Dystopia-Disinformation
14 – http://www.globalsecurity.org/wmd/library/report/2004/isg-final-report/isg-final-report_vol1_rsi-06.htm
15 – http://en.wikipedia.org/wiki/Saddam_Hussein_and_al-Qaeda_link_allegations
16 – http://www.collativelearning.com/conspiracy%20theories%20-%20chapter%204.html



Komplo Teorileri – 3: Milletin ağzı torba değil ki büzesin

$
0
0

Komplo Teorileri yazı dizimizin birinci bölümünde, komplo teorisi nedir, komplo teorilerinin ortak özellikleri nelerdir, bir komplo teorisinin yanlış olup olmadığını nasıl anlayabiliriz, gibi konulara değinmiştik. Dizimizin ikinci bölümünde ise komplo teorilerini kimler neden ve nasıl çıkartır, bu sorulara yanıt aramıştık. Bu bölümde ise insanların etraftan duydukları komplo teorilerine neden kolayca inandıklarını irdeliyoruz.

‘Şüphecilik’ dediğimiz kavram her insanın içinde az çok mevcuttur. Komplo teorilerinin temelinde elbette şüphe etme duygusu vardır. İnsanlar, kendilerine yapılan açıklamaların doğruluğundan şüphelendikleri zaman alternatif açıklamalara yönelirler. Ancak şüpheciliği, komplo teorilerinin yayılmasının başlıca nedeni olarak görmek yanıltıcı olur. Komplo teorilerinin bu kadar hızlı yayılmasının başlıca sebebi, insanların kendilerine ulaşan yanlış komplo teorilerini hiç bir şüphe duymadan etraflarına yaymalarıdır. Yalansavar’da savdığımız yalanların çoğunluğu da zaten bu tip yanlış bilgilerden oluşuyor.

İnsanların çoğu, komplo teorisi yaratacak bilgileri, fikirleri, karakterleri, ya da deneyimleri olmasa da, kendilerine ulaşan bu teorilere kolayca inanır ve etrafa yayar. Buna bir kaç neden gösterebiliriz:

1 – Bazı büyük felaketlerden veya olaylardan sonra insanlar, olayların gerçek nedenleri karşısındaki güçsüzlükleri ve kırılganlıkları ile baş etmenin zorlukları sebebiyle, suçu başkalarına yükleyebilecekleri komplo teorilerini yeğlerler.[1]

2 – Yapılan bir ankette, komplo teorileri ile, unutkanlık, kişilere güvensizlik ve işsiz kalma korkusu arasında pozitif bir korelasyon gözlenmiş, ayrıca komplo teorilerine inanışın gençler arasında biraz daha yaygın olduğu görülürken, cinsiyet, eğitim seviyesi ve meslek kategorilerinde bir korelasyon bulunmamıştır. [2] Ancak daha düşük gelirli kesimler arasında komplo teorilerine inanışın daha yaygın olduğu görülmüştür. [3]

3 – Aynı anket, bir komplo teorisine inanan kişilerin diğer komplo teorilerine de inandıklarını ortaya koymuştur.  Hatta kişilerin birbiriyle çelişen komplo teorilerine inandıkları da gözlenmiştir. [4] Mesela bir soruya cevaben, “Osama bin Ladin, Amerikalılar tarafından Pakistan’daki evinde basılmadan önce zaten ölmüştü” diyen insanların bir kısmı, daha sonra bir başka soruda bin Ladin’in hala hayatta olduğuna inandıklarını belirtmişlerdir!

4 – İnsanlar, etraflarında gelişen olayları, kendi ahlaki değerlerine uyacak şekilde yorumladıkları zaman kendilerini daha iyi hissetmektedirler. Mesela kötü bir olay meydana geldiğinde, o olayın sorumluluğunu, üyesi olduğumuz (ör. Türk, müslüman, solcu vs.) gruba değil de, karşı taraf olarak nitelediğimiz gruba atarsak kendimizi daha iyi hissederiz. [5]

5 – Toplumun çoğunluğunun bilmediği bir gerçeği biliyor olmak, insanlarda daha akıllı ya da külyutmaz oldukları fikrini oluşturarak onları mutlu eder. Örneğin, “siz hala astronotların aya gittiklerini mi sanıyorsunuz? Ne kadar safsınız (!)”, gibi.

6 – Yazılı ve görsel medya da, çevremizde gördüğümüz olayları algılayışımızı etkiler. [6] Örneğin, günümüz medyası, olayları kişilerin üzerinden yorumlayarak, her olayda bir suçlu ve kurban olacak şekilde dramatize eder. Bu da, olayların bazen rastgele ya da istem dışı olarak da meydana gelebileceğine yönelik inancı azaltır. Medya, özellikle olumsuz olayları kişilere mal etme eğilimindedir. Neredeyse hiç bir negatif olay suçlu biri olmadan olamaz hale gelmiştir.

7 – Teknolojinin gelişmesi artık doğaya daha fazla hakim olduğumuz fikrini vererek, insanları doğal afetlerden sonra suçlu aramaya yönlendirir. Eskiden sel, deprem, yangın gibi olayları kötü talih ya da tanrının gazabı olarak yorumlarken artık hemen bir suçlu arıyoruz. [7] Mesela 2011 yılında Japonya’da meydana gelen depremin ardından ortaya atılan “Amerikalılar gizli silahlarını denediler” iddiaları gibi. [8]

8 – İzlediğimiz filmlerin de üzerimizde etkileri vardır. Bir çok film, komploları sanki her gün olan olağan olaylar gibi sunarak etrafımızdaki komploların yoğunluğu konusunda bizi yanıltmaktadır.

Komplo teorilerinin yayılmasında internetin katkısından daha önceki bölümlerde bahsetmiştik. Özellikle email olarak hepimize her hafta bir kaç komplo teorisi ulaşır. Mesela birisi bize “Coca Cola’da fare kanı varmış” dese, hemen o haberi etrafımızdakilere yayarız. Böylece etrafımızdaki kişileri uyardığımızı, onlara iyilik yaptığımızı düşünürüz. Peki ya o bilgi yanlışsa? O zaman da bahanemiz “iyi niyetimiz”dir.

Peki ama madem bu komplo teorilerinin çoğu doğru değil, neden bazıları çok mantıklı geliyorlar okuyunca? Mantıklı gelmese zaten kimse gönderip durmazdı onları, öyle değil mi?

Yalansavar’da sık sık mantık safsatalarından bahsediyoruz. Şimdi gelin, komplo teorilerinde sıklıkla görülen, eskilerin kıyas-ı batıl dedikleri bu safsataların bir kaçından bahsedelim biraz da.

1 – “Bunu herkes bilir” argümanı: Latincede argumentum ad populum olarak geçen bu safsatada, ‘çoğunluk inanıyorsa doğrudur’ şeklinde bir mantık ileri sürülür [9]. Mesela:

- “Ahmet Bey eşini aldatıyormuş!”
- “Nerden biliyorsun?”
- “Herkes söylüyor. Bu kadar insan yalan söyleyecek değil ya!”

Peki bu bir delil midir? Elbette ki hayır. Kimi zaman bu argüman tersten de kullanılır. Örneğin, “Elif Şafak kötü bir yazar olmalı, bu kadar okunduğuna göre!”

Hatta çocuklar bile sık sık kullanır bu argümanı:

- “Dondurma istiyorum!”
- “Olmaz, alamazsın!”
- “Ama bütün arkadaşlarım aldııı!”

2 – Asiliğe övgü: Komplo teorileri kimi zaman da içimizdeki asi ruhu uyandırarak bizi inandırmaya çalışırlar. [10] Ne de olsa hiçbirimiz güdülen bir koyun yerine konmaktan hoşlanmayız, bir çoğumuz resmi açıklamalara şüphe ile yaklaşırız. Komplo teorisyenleri de bunu bildikleri için ustaca kullanırlar. “Falanca devletin resmi açıklaması böyle, tabi buna inanacak kadar safsanız!” gibi ibareler kullanılır.

3 – Tabanca argümanı: Çok yakın olmayan bir hedefe tüfek yerine tabanca ile ateş ettiğinizde onu daha çabuk vurabilirsiniz çünkü tabanca ile vurana dek art arda çabucak defalarca ateş edebilirsiniz. Bir tartışmada da çok sağlam 1-2 argüman yerine, çok sağlam olmasalar da bir sürü açıklama öne sürmek daha ikna edici olur çünkü karşımızdaki insanda “ne kadar çok argümanı var, ne de olsa hepsi yanlış olamaz” izlenimi bırakırız. [10] Ayrıca ortaya ne kadar çok argüman atarsak, bunlardan en az birinin şu ya da bu sebeple karşımızdaki kişinin aklını çelme ihtimali daha fazla olacaktır.

4 – Çöp adam: Tepkisel indirgemecilik de denen bu safsata ise şöyle işler: Karşımızdakinin söylediği bir lafın işimize gelen tarafını alıp, iyice abartıp, sonra onu karşımızdaki kişinin aleyhine kullanırız. [11] Mesela:

- “Bence din öğretimi okullarda mecburi olmamalı.”
- “Ne yani, herkes dinsiz mi olsun!?”

Ya da tersten işletirsek:

- “Bence okullarda isteyen seçmeli din dersi alabilmeli.”
- “Şeriat gelsin yani, bunu mu istiyosun!?”

5 – Sağlam kaynağı olmayan bilgiler kullanmak: En sık karşılaşılan örneklerden birisidir. Karşımızdaki kişi “kesin eminim” ya da “bi yerde okumuştum” diyip yanlış, varolmayan ya da doğruluğu yeterince test edilmemiş bir bilgiyi teorisini ispatlamak için ortaya atar. [10] Ancak daha sonradan eve gidip etraflıca araştırırsanız bulursunuz aslında o bilginin hiç de güvenilir olmadığını.

6 – Sadece işine gelen bilgiyi seçme: Böyle bir durumda komplo teorisyeni bir yazı ya da konuşmayı örnek gösterirken, kendi iddiasını desteklediğini düşündüğü kısmı hararetle açıklarken, iddiası ile ters düşen kısımlara hiç değinmez. [12] Eğer sizin o konu, yazı ya da konuşma hakkında fazla bilginiz yoksa, eksik olan bilgileri bilmediğiniz için komplo teorisi size çok inandırıcı gelir. Kıssadan hisse: Uzmanı olmadığınız konulardaki yorumlara inanmadan önce mutlaka o konunun bir uzmanına danışın. Mesela fizik, kimya, tıp vb. gibi konularda.

Sergen Yalçın başarılı bir futbolcuydu. Ama bu onu teknoloji uzmanı yapar mı?

7 – Bir Bilen Safsatası: Latincede argumentum ad verecundiam olarak geçen bu safsatada, ünlü ya da güvenilir bir kişinin ismi teoriyi desteklemek için kullanılır. [13] “Falanca kişiyi hepimiz tanıyoruz, o da tıpkı benim gibi düşünüyor” gibi. Bu konuda daha önce Yalansavar’da çıkmış bir yazımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

8 – Başka bir açıklama yok, demek ki benim açıklamam doğru: Latincede argumentum ad ignorantiam şeklinde geçen bir safsatadır. [14] Mesela, “UFO’ların olmadığına dair hiç bir delil yoktur, demek ki UFO’lar vardır”, gibi.

9 – Tesadüfler şahidimdir: Tesadüfler de sık sık argüman olarak kullanılır. [15] Mesela çok sıcak bir günde bir deprem olduğunu varsayalım. Birileri hemen sıcak hava ile deprem arasında bir neden-sonuç ilişkisi yaratıverir. Komplo teorilerinde de, eğer teoriyi destekler nitelikteyse, eşzamanlı ya da birbiri ardına gelen olaylar arasında, ortada kuvvetli bir delil olmasa da, bir bağlantı olduğu iddia ya da ima edilir.

Bu ve benzeri safsatalar komplo teorilerini anlatan kişileri ilk bakışta inandırıcı kılar. Hele bu teoriler bir de önceden içimizde varolan değer veya önyargılarla uyumluysa ikna olmamız daha da kolaylaşır.

Öte yandan, bir saplantı halinde hiç durmadan komplo teorilerine inanan ve/veya yayan kişilerin bazılarında paranoya, inkar (Die Verneinung) ya da şizofreni gibi psikolojik sorunlar bulunduğu da öne sürülmüştür. [16]

Yazı dizimizin bir sonraki bölümünde komplo teorilerinin bireyler ve toplumlar üzerindeki faydalarını ve zararlarını irdeleyeceğiz.

Kaynakça:

1- Jonathan Kay, Among the Truthers, HarperCollins, 2011, s. 168
2 – http://www.crab.rutgers.edu/~goertzel/conspire.doc
3 – Patrick Leman, The lure of the conspiracy theory, New Scientist, July 2007
4 – http://spp.sagepub.com/content/early/2012/01/18/1948550611434786.abstract
5 - http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2006/06/04/AR2006060400618.html
6 - http://www.arabmediasociety.com/index.php?article=752&p=0
7 – http://news.bbc.co.uk/2/hi/uk_news/magazine/4217024.stm
8 – http://www.dailycensored.com/2011/03/17/did-us-secret-weapons-cause-japans-earthquake-and-tsunami/
9- http://tr.wikipedia.org/wiki/Safsata
10- http://warp.povusers.org/grrr/conspiracytheories.html
11 - http://en.wikipedia.org/wiki/Straw_man
12 - http://en.wikipedia.org/wiki/Cherry_picking_(fallacy)
13 - http://www.nizkor.org/features/fallacies/appeal-to-authority.html
14 - http://philosophy.lander.edu/logic/ignorance.html
15 - http://www.don-lindsay-archive.org/skeptic/arguments.html#coincidence
16 - http://en.wikipedia.org/wiki/Conspiracy_theory#Clinical_psychology


Komplo Teorileri – 4: Azı Karar, Fazlası Zarar

$
0
0

Komplo Teorileri yazı dizimizin birinci bölümünde, komplo teorisi nedir, yanlış olup olmadığı nasıl anlaşılır, gibi konulara değinmiştik. Dizimizin ikinci bölümünde komplo teorilerini kimler neden ve nasıl çıkartır, üçüncü bölümünde ise kimler neden yayar, bu sorulara yanıt aramıştık. Bu bölümde ise komplo teorilerinin bireyler ve toplumlar üzerindeki faydalarına ve zararlarına değineceğiz.

Demokrasinin, bir ülkenin vatandaşlarının refaha kavuşmalarının koşulu mu, yoksa sonucu mu olduğu her zaman bir tartışma konusu olmuştur. Ancak günümüzde “gelişmiş” olarak nitelenen ülkelerin hemen hemen hepsinin demokrasi ile yönetildiğini söyleyebiliriz. Dünyanın kişi başına düşen gelir bakımından da en zengin 40 ülkesi, Kuveyt ya da Katar gibi petrol zengini bir kaç ufak ülkeyi istisna olarak kabul edersek, neredeyse tamamen demokratik rejimlerden oluşmaktadır. (1) Türkiye de dahil olmak üzere bütün dünyada insanların çoğu demokrasiye olumlu bir değer atfetmektedirler.

Maviler demokratik, kırmızılar bir gün inşallah (Kaynak: Freedom House, 2008)

Demokrasilerde, oy verme hakkına sahip insanlar olarak sık sık seçim yapmamız gerekir. Hangi parti iktidara gelmeli? Ya da, referandumda evet mi, hayır mı demeli? Bütün bu seçimleri, sahip olduğumuz bilgi ve tecrübeleri kullanarak yaparız. Komplo teorilerinin olası bir olumsuz tarafı bu noktada karşımıza çıkar: Eğer toplumun büyük bir kesimi, asılsız komplo teorileri tarafından yanıltılmışsa, o toplum kendisi için en faydalı olacak seçimleri yapamayabilir. (2)

Mesela 1930′ların Almanyasında milyonlarca insan, Yahudilerin dünyayı ele geçirmek istediğini iddia eden komplo teorilerine inanmış, Hitler’in ateşli konuşmalarına aldanarak hem kendilerinin, hem de milyonlarca başka insanın felaketine neden olmuşlardır. (3) Günümüzde de Avrupa ülkelerinde müslüman göçmenlerle ilgili komplo teorileri ortaya atılmakta, aşırı sağcı partiler de bu teorilerin yarattığı korku ve endişe ortamından faydalanarak oy oranlarını artırmaktadırlar. Faşizm ve ırkçılık gibi akımlar çoğu kez komplo teorilerinin yarattığı korku ortamından beslenirler. (4)

Bir diğer örnek de A.B.D.’den: Amerika’daki AIDS vakalarının yaklaşık yarısı, nüfusun %13′ünü oluşturan zencilerde görülmektedir ve bu da zenciler arasında komplo teorilerinin yayılmasına neden olmuştur. Yapılan araştırmalara göre, bu ülkede yaşayan zencilerin %20′den fazlası, AIDS’e neden olan HIV virüsünün Amerikan hükümeti tarafından, zenci nüfusunun artmasını önlemek için yaratıldığına inanmaktadır. (5)  Bunun sonucu olarak da zenciler, Amerikan hükümetinin AIDS konusundaki eğitim ve korunma programlarına kuşku ile yaklaşmaktadır ve bu da AIDS’in yayılmasını artırmaktadır. Bir başka deyişle, bu komplo teorisi Amerika’daki zencilerin, kendi menfaatlerine olacak kararları almalarını engellemektedir.

Eğer komplo teorileri, amatör teorisyenler değil de, devletler ya da büyük örgütler tarafından yayılıyorsa, teorileri daha inanır kılmak için uygulanan yöntemler de topluma zarar verebilir. (6) Mesela devletin toplumu sürekli bir propaganda bombardımanı altında tutması, zaman içerisinde o toplumun gerçeklerle olan bağlantısını zayıflatacak, bireylerin aldığı kararlar üzerinde olumsuz bir etki yapacaktır.

İdeolojik ya da politik komplo teorileri de büyük felaketlere neden olabilir. Örneğin, ırkçı gruplar arasında yaygın olan müslüman karşıtı komplo teorilerine inanan genç bir Norveçli, ülkesini varolduğuna inandığı tehlikeye karşı uyarmak amacıyla 2011 yılında 77 masum insanı katletmiştir. (7)

Öte yandan komplo teorilerinin bazen topluma faydalı yönleri de olabilir (8): Özellikle sosyo-politik konular söz konusu olduğunda, komplo teorileri çoğu kez toplumsal olaylara ilgi duyan sıradan insanlar tarafından ortaya atılır. Bir ülkedeki insanların bu tip komplolar üzerinde düşünmeleri, zaman ve enerji harcamaları her zaman olumsuz bir durum olmayabilir. Komplo teorisyenleri, akıllarına yatmayan bir açıklama gördüklerinde, çoğu kez kişisel bir menfaat amacı da gütmeden, alternatif açıklamalar ortaya atarlar, özellikle politikacılar tarafından yapılan açıklamaları sorgularlar.

Ayranı yok içmeye, Mercedes’le gider Susurluk’a

Örneğin 3 Kasım 1996 akşamı meydana gelen ve bir polis müdürünün ölmesi ve bir milletvekilinin yaralanması sebebiyle haber olan kazada eğer bütün Türkiye dönemin İçişleri Bakanına inanmış olsaydı, olay ‘basit bir kaza’ olarak yorumlanıp atlanacaktı. (9) Ancak gazeteciler bakana inanmamış, ve bugün “Susurluk Kazası” olarak bildiğimiz büyük bir komplolar ağını ortaya çıkartmışlardır. (10)

Komplo teorileri savaş zamanlarında da işlev görmüşlerdir. Winston Churchill’in ‘Savaş zamanlarında hakikat o kadar kıymetlidir ki, yanında her zaman koruyucu yalanlar bulunmalıdır’ dediği rivayet edilir. (11)

Bu yazıyı sonlandırmadan önce bir noktayı tekrar vurgulayalım: Komplolar vardır. Toplumun, çoğu kez üzerinde fazla düşünmeden inandığı açıklamalara karşı şüpheci olmak iyidir. Fakat mantık süzgecini ve bilimsel gözlüğümüzü hiç bir zaman devreden çıkartmamak lazım, yoksa çevremizdeki ve internetteki bir yığın deli saçmasının altından kalkamayız. Eğer birisi varlığı kesin olguları ya da kuvvetli varsayımları farklı bir şekilde harmanlayıp alternatif öneriler getiriyorsa, kulak kabartmakta fayda var. Ancak birisi esrarengiz güçlerden, ancak filmlerde görülebilecek kusursuzlukta komplolardan ya da hiç bir bilimsel kaynağa dayanmayan iddialardan bahsediyorsa büyük ihtimalle yanıltıcı bir komplo teorisi ile karşı karşıyayız demektir.

Neyse ki tıp, mühendislik ya da teknoloji gibi konulara ait zırvaları, fizik, kimya ve biyoloji gibi artık iyice yerleşmiş ve sağlam metodolojisi olan bilim dalları sayesinde çoğu kez kolayca ortaya çıkartabiliyoruz. Sosyal bilimlere dahil olan konularda ortaya atılan komplo iddialarını ayıklamak da, bazen daha detaylı bir çalışma gerektirse de, çoğu kez mümkün.

Komplo Teorileri yazı dizimizin 5. ve son bölümünde, geçmişte ortaya atılmış ve doğruluğu ya da yanlışlığı kanıtlanmış komplo teorilerinden ayrıntılı örnekler vereceğiz.

Kaynakça:

1 – http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_countries_by_GDP_%28PPP%29_per_capita
2 – http://deconspirator.com/2012/07/26/conspiracy-theories-on-the-rise-in-europe/
3 – http://en.wikipedia.org/wiki/Economic_antisemitism#Nazi_Germany
4 – Karl Popper, The Open Society and Its Enemies Vol.1, Princeton University Press; 5 Revised edition, 1971, s.331
5 – http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/articles/A33695-2005Jan24.html
6 – http://www.gatecreepers.com/entries/23-tools-to-brainwash-and-influence-people-throu/
7 – http://en.wikipedia.org/wiki/Anders_Behring_Breivik
8 – http://www.newdemocracyworld.org/old/conspiracy.htm
9 – http://www.turkcebilgi.org/unutmayalim/susurluk-kazasi/susurluk-kazasi-4193.html
10 – http://tr.wikipedia.org/wiki/Susurluk_kazas%C4%B1
11 – http://www.dailykos.com/story/2009/04/04/716428/-Morning-Feature-Conspiracy-Theory-104-Conspiracies-of-Commonality-Non-Cynical-Saturday


Önümüz (Kış) Kıyamet…

$
0
0
deneme

TV’de boy gösteren “uzmanlara” göre, 21 Aralık 2012′de dünyanın sonu gelecek(miş)!

Malum, önümüz kıyamet….

Yalansavar ekibi olarak son hızla yaklaşmakta olan Maya Kıyameti hakkında bir yazı yazma konusunda biraz kararsızdık doğrusu. Bu konu hakkında epey yazıldı çizildi, hatta aynı zamanda Yalansavar ekibinin de bir üyesi olan sevgili Tevfik Uyar, Açık Bilim Dergisi için, bu kıyamet söylentisinin kökenindeki konulardan biri olan Maya Uygarlığı ve dünyanın sonunu işaret eden takvimi ele alan çok güzel bir yazı kaleme aldı. Bu konuyla ilgilenenlerin mutlaka okumasını öneririm.

Tevfik’in güzel yazısının da rehaveti ile bu konuyu rafa kaldırmıştım ki, bugün evimizde konuk olan bir arkadaşım, ben çay demlerken sesli olarak bana Habertürk’ten “21 Aralık’ta Aslında Ne Olacak?” başlıklı haberi okudu. Haberin içeriğiyle çileden çıktıktan sonra, biraz da kendim internette gezerek durumun vehametini görünce, şu an medyanın en çok reyting aldığı konu haline gelmiş olan felaket tellalığı konusuna yalansavar olarak değinmek şart oldu.

Kıyamet Alametleri

Yıllar boyu, kıyamet senaryoları, insanların aklını ve vaktini en çok meşgul eden şeylerden olmuş. Bunun en önemli nedenlerinden biri, insanoğlunun bilinmezlik karşısında hissettiği korku. Çoğumuz için dünya, etrafımızı saran ve bizi öldürebilecek ya da zarar verebilecek şeylerle dolu. Özellikle dini inancı kuvvetli olan kişiler için, yaşanacak herhangi bir kıyamet, bu dünyadaki belirsizliğin sonu ve onlara söz verilmiş, daha öngörülebilir olan öbür dünyanın başlangıcı.

Kıyamet senaryolarının popülerliğinin bir başka nedeni, insanlara yaşadıkları dünyanın dışında, monotonluktan uzak, fantastik bir olay yaşama imkanı sunuyor olmaları. Bir nevi kaçış fantezisi olan bu iddialar, buna inanmaya meyilli kişilere yaşadığımız sıkıcı dünyanın geçici olduğu ve bir gün olağandışı bir şekilde bu sıkıcı dünyanın sona ereceği umudunu aşılıyor. Dahası, bu senaryolara inanan kişiler, kendi aralarında biz sıradan insanların aklının ermediği özel ve “kozmik” bir sırra vakıf oldukları sanrısını yaratıyor. Bu insanlar, kendilerini bir nevi “seçilmiş” ekibin bir parçası olarak görüyorlar. Bu hissiyat, sıkıcı olan hayatlarını renklendiriyor ve yaşamlarındaki anlam eksikliğini biraz olsun gideriyor.

Felaket tellaları iş başında.

Felaket tellaları iş başında…

Az sayıda olsa da, bir grup insan için ise bu kehanetler bir geçim kaynağı. Bu yıl içinde herhangi bir kitapçıya gittiyseniz ne demek istediğimi zaten biliyorsunuz. Her kitapçının raflarını 2012 yılına ait kehanet ve kıyamet kitapları süslüyor. Herkes birden Maya uygarlığı uzmanı kesilmiş durumda. Sene sonuna yaklaştıkça, kitap yazanlara televizyona çıkan “kıyamet uzmanları” eklenmiş durumda. Bu insanların ortak özelliği, gündeme suni olarak oturtulmuş bu kıyamet senaryoları üzerinden para kazanıyor olmaları. En son kıyamet tarihi olarak belirtilen 21 Aralık 2012 geçince ne olacağını hepimiz biliyoruz. 2012 yılına ait kıyamet kitapları kitapçıların raflarından kaldırılacak, bu kitapları yazanlar açıklanan bir sonraki kıyamet tarihine ilişkin kitapları yazmaya koyulacaklar. Tabi ideal kıyamet tarihinin 3-4 yıl sonra olması gerekiyor. Bu çok kritik bir zaman dilimi. Daha kısa olsa, fos çıkan kıyamet kitapları henüz unutulmamış olacak, daha uzun olursa ekmek kapısından olacaklar. Onun için ben bu günden kendimce şu kehanette bulunayım: şöyle 2016 yılı civarı yeni bir kıyamet olur bence, söylemedi demeyin. :)

Bak bu defa kesin kopacak! Yeminle!

Tarihe baktığımızda fos çıkmış pekçok sayıda kıyamet kehaneti olduğunu görüyoruz. Bu kehanetlerin hemen hepsi, herhangi bir yazılı kaynaktaki metnin, aklıevvel bir kişi tarafından kendince yorumlanıp, güya şifresinin çözülüp, biz ölümlülerle paylaşılması sonucu ortaya çıkmış. Bu kehanetlerin bir kısmı toplumun gülüp geçtiği olaylar olarak kalırken, bazıları da çok acı olaylara neden olmuşlar. Hepsini buraya yazmak imkansız, o kadar çok sayıdalar ki! Ama gelin belli başlıcalarını kısaca anımsayalım:

Mormon Kıyameti, 1891:

Mormon kilisesi kurucusu, aynı zamanda eski bir dolandırıcı olan Joseph Smith, 1835′te kilise ileri gelenleri ile yaptığı toplantıda, Tanrı ile konuştuğunu ve 56 yıl sonra İsa’nın dünyaya geri geleceğini ve hemen ardından kıyamet kopacağını açıkladı. Sene 1891 olduğunda, hepimizin fark ettiği gibi herhangi bir şey olmadı. Peki Joesph Smith’e ne oldu? Hiç birşey! Hatta 2012 yılında, hala Mormon dinine inanan, yarısı ABD’de olmak üzere yaklaşık 14 milyon kişi mevcut. Hatta bunlardan biri bu yıl ABD başkanlık seçimlerinde Obama’ya rakip olarak seçime giren Mitt Romney.

Halley Kuyrukluyıldızı, 1910:

1881 yılında, bir astronom Halley Kuyrukluyıldızının kuyruğunda ölümcül bir gaz olan siyanojen olduğunu keşfetti. İlk başta bu buluş kimseyi ilgilendirmemesine rağmen, 1910 yılında Dünya’nın Halley’in kuyruğunun içinde kalacağının fark edilmesi halk arasında panik yarattı. ABD’nin en prestijli gazetelerinden The New York Times’e manşet olacak kadar büyüdü. Halley 1910 yılında geldi geçti, ve hiçbirşey olmadı, hatta 1986 yılında tekrar yakınımızdan geçti.

Pat Robertson, 1982:

ABD’nin tanınmış Hristiyan liderlerinden Pat Robertson, kendine ait TV programında, kıyamet gününün kendisine bildirildiğini duyurdu. “Sizi temin ederim ki, 1982 yılında ahiret günü gelecek ve hepimiz Tanrı’ya hesap vereceğiz. ” diyen Pat Robertson’a ne mi oldu? Hiç! Kendisi 1988 yılında George Bush’a karşı ABD başkanlığına adaylığını koydu ama kaybetti, halen Hristiyanlık ile ilgili programlar yapan Christian Broadcasting Network kuruluşunun yönetim kurulu başkanlığı ve Regent Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapmakla meşgul. Boş zamanlarında da deprem ve kasırga gibi doğal afetlerin nedeninin eşcinsellik, pagan inanışlar ve Tanrı yolundan sapmak olduğu yolunda açıklamalar yapmakla meşgul.

Ayrıca fos çıkan 1982 kıyamet kehaneti hiç hevesini kırmamış olacak ki, 2006 yılında Amerika’nın batı kıyısında ölümcül bir Tsunami olacağı, 2007 yılında 9/11 benzeri bir teror saldırısı yaşanacağı kehanetlerinde bulundu. 2012 yılında, Tanrı’nın kendisiyle tekrar konuştuğunu ve yeni başkanın Obama olmayacağını açıkladı. Bazı insanların kendileriyle ne kadar barışık oldukları gerçekten de şaşırtıcı olabiliyor. :)

Heaven's Gate tarikatı mensupları, Kıyamet senarysoune inanıp topluca intihar ettiler

Heaven’s Gate tarikatının 39 üyesi, 1997 yılında, tarikat liderinin öne sürdüğü kıyamet senarysoune inanıp topluca intihar etti.

Heaven’s Gate, 1997:

Belki de yaşanan en acı kıyamet kehaneti hikayesi Heaven’s Gate tarikatı mensuplarının hikayesi. 2012 histerisine çok benzer gelişen bu süreçte, 1997 yılında gökyüzünde beliren Hale-Bopp kuyrukluyıldızının arkasında bir uzay gemisi olduğu söylentisi yayılmıştı. Elbette, NASA, her zaman yaptığı gibi bunu gizlemekteydi (!). Tüm astronomların böyle bir şey olmadığını iddia etmesine rağmen, bu söylentiye inanan bir grup kişi Heaven’s Gate isminde bir UFO tarikatı kurdular. Kıyamet kopmadı ama, söylentilere inanarak kendi yaşamlarına toplu intihar girişimi ile son veren 39 tarikat mensubu için 26 Mart 1997′de gerçekten de dünyanın sonu geldi. :(

Nostradamus, 1999:

Her okuyanın kendine göre yorumladığı Nostradamus’un kehanetlerinden biri de 1999 yılında, temmuz ayında dünyanın sonunun geleceği idi. Sonuç: Hala hayattayız ve hala Nostradamus kitapları deli gibi satıyor.

Harold Camping, 1994, 2011, 2011:

En azimli kıyamet tellalının Harold Camping olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz. Dini yayınlar yapan Family Radio isimli bir radyo istasyonunun sahibi ve kurucusu olan Camping, ilk önce 1994 yılında kıyametin kopacağını duyurdu. İncil’deki şifreyi çözerek bu tarihi hesapladığını söyleyen Camping, verdiği tarih geçince hesap hatası yaptığını açıkladı ve tarihi 21 Mayıs 2011 olarak güncelledi. 21 Mayıs 2011′in ardından birkaç gün sessiz kaldıktan sonra yeni bir açıklama yaparak, manevi kıyametin koptuğunu ama biz fanilerin bunu fark etmediğini, esas kıyametin ise 21 Ekim 2011 yılında kopacağını açıkladı. 21 Ekim 2011 geride kaldığında ise kendini sağlık sorunları nedeniyle emekliye ayırdığını ve “İncil’i daha dikkatli incelemeye başladığını” ilan etti.

Camping’in 21 Mayıs 2011 tarihli kıyamet kehanetine inanan kişiler arasında evini satıp mal varlığını Camping’in yönettiği vakfa bağışlayan, kendisini ve çocuklarını kıyamet gününden önce öldürerek bu korkunç olaya şahit olmayı engellemeye çalışan pekçok insan oldu.

maya

Mayalar, İspanyolların amacını bile öngöremeyip tarihten acı bir şekilde silinen bir uygarlık.

Maya Kehaneti, 2012

Güncel kıyamet tarihimiz ise 21 Aralık 2012. Mayalar’ın takvim sisteminden köken alan bu söylenti, new-age akımlarının da etkisi ile çığ gibi büyümüş durumda. Güvenilirliği yukarıdaki vakaları aratmayan “kıyamet uzmanları” her gün gazetelerde ve TV’de boy gösteriyorlar.

Bundan birkaç gün önce Habertürk’te yer alan şu haber çok çarpıcı. Haber manşetine göre Fatih Altaylı‘nın sunduğu Tek’e Tek programında 21 Aralık 2012 tarihi enine boyuna tartışılmış. Web sitesinde yayınlanan habere göre “programa katılan uzmanlar insanlığı bekleyebilecek gelişmeler hakkında tahminlerini ” anlatmış. Kimmiş bu uzmanlar? Konu Mayalar ve astronomik kehanetler olunca, insanın uzman beklentisi Maya tarihçesi üzerine uzmanlaşmış bir arkeolog, bir gökbilimci oluyor ister istemez. Ama Habertürk ve Fatih Altaylı’nın uzman kavramı bizden epey farklı olmalı ki, programa konuk olan “uzmanlar” şunlar: Astrolog Öner Döşer, daha önceki bir yazımızda uzun uzun anlattığımız UFO meraklısı Haktan Akdoğan – gerçi haber metninde daha fiyakalı görünsün diye kendisine Uzay Bilimleri Araştırmacısı denmiş, duyan da NASA’da çalışıyor zanneder! Son konuk uzman ise ve Habertürk gazetesi astroloji uzmanı Hande Kazanova.

Fatih Altaylı, Kıyamet uzmanları

Fatih Altaylı, Kıyamet uzmanları (!) ile…

Bu gülünç uzman kadrosunun açıklamaları ayrı bir alem. Hiç biri net ve somut bir fikir ifade etmediği gibi, verdikleri beyanatlar muğlak ifadeler, nereye çekerseniz oraya gidecek cümlelerle dolu.

Programa ait haber özetinde, Hande Kazanova, herhangi bir astronomi literatüründe yeri olmayan, tamamen uydurma “Jenerasyon gezegenleri” ile ilgili birşeyler söylerken, Haktan Akdoğan “Mayaların beyin ameliyatı yaptığından” bahsediyor. İspanyolların niyetini bile anlayamayıp, soykırıma uğrayan Maya’ların beyin ameliyatı yapmış olmaları, 2012 kehanetine nasıl bir kanıt oluşturuyor merak konusu. Astrolog Öner Bey ise yorumlarını bilumum rakamlarla süsleyerek zengin görünmelerini sağlamış ama verdiği bilgilerin pek çoğu asılsız ve desteksiz.

Şurada ise daha akıllara zarar bir haber var. Akıl sağlığınıza önem veriyorsanız okumanızı tavsiye etmem, ama kısa bir alıntı ile bu haberdeki “uzman” hanımefendinin yorumlarının bilimsel dayanaklarını sizin takdirinize bırakıyorum. Bu arada, bahaneyle üç harflilerin enerjisinin bittiğini öğrendim de içime su serpildi. :)

22 Aralık’ta uyanıp kahvaltımızı edebilecek miyiz?
Büyük oranda evet.
Büyük oranda mı? 22 Aralık’ta iki yakın arkadaşım evleniyor, hediye alayım mı almayayım mı?
Hediyelerinizi alın, onlar her halukârda evlenecek.
Nasıl olacak o?
22 Aralık’ın karanlık olması büyük ihtimal.
Zifiri karanlık mı yani?
Dünya 26 bin yılda bir, bir döneme girer ve bir geçiş kapısı olur. Bundan 26 bin yıl önce Atlantis’in çöküşü yaşandı. Şimdi o 26 bin yılın sonundayız, bir geçiş dönemi yaşayacağız. Bu geçiş içinde iki alternatifimiz var. Ya karanlığa teslim olacağız ya da değişmeyi göze alıp aydınlığa kavuşacağız.

Başka varlıklarla iletişime geçecek miyiz?
Bu da ihtimallerin içinde.
Üç harfliler mesela?
Onların enerjisi bitti, artık yoklar. Yaklaşık 5 yıldır üç harflilerle ilgili bir temizlik var. Çünkü onlar ateş enerjisiyle çalışır. Dünyada sadece iki ateş enerjisi kaldı. Güneş ve magma. Onun dışındakiler temizlendi. Çünkü yeni boyut ve fotonla uyumlu değiller. Görevleri kalmadı.

Hoşgeldin yeni yıl!

2012 yılı geçince ne mi olacak? Bu yazılıp çizilenler unutulacak. Televizyonda, gazetelerde boy gösteren bu kıyamet uzmanları, bir sonraki kıyamet tarihini açıklayacak, onun hakkında atıp tutmaya başlayacaklar. Yeni tarih hakkında yeni kitaplar yazılacak, felaket tellallarının, korku tüccarlarının cepleri bir kez daha dolup taşacak.

Size bir iyi bir de kötü haberim var.

Önce kötü haberle başlayalım:Bir gün gelecek ve Dünyamız yok olacak.

Bundan yaklaşık 4 milyar yıl sonra, Güneş merkezindeki hidrojeni yakarak tüketecek, yıldızımız bir balon gibi şişerek bir kızıl dev yıldız haline geçecek ve Güneş Sistemindeki gezegenleri yutacak. Dünya eriyip güneşin içinde kaybolacak…

Veya, uzayın derinliklerinden davetsizce gelen bir göktaşı gezegenimize çarpacak, ekolojimizi, iklimleri, belki de dünyanın dönüşünü değiştirecek. Koşullar insan ırkı ve pek çok canlının barınması için elverişsiz hale gelecek, hepimiz öleceğiz…

Gelelim iyi habere: Bunlar 21 Aralık 2012 tarihinde olmayacak.

Güneşin dünyayı yutmasını ne biz, ne torunlarımız görmeyeceğiz. Muhtemelen 4 milyar yıl sonra ortalıkta insan türü bile kalmamış olacak. Olur da dev bir göktaşı dünyaya yaklaşırsa bunu, UFO meraklılarından veya gazeteye günlük yıldız falımızı yazan astroloji “uzmanları”ndan değil, ana haber bülteninden öğreneceğiz.

Kısaca, keyfinize bakın. :)

Meraklısına notlar:

  • Mayaların takvim sistemi ile ilgili detaylar için Tevfik Uyar’ın Açık Bilim Aralık 2012 sayısı için yazdığı 22 Aralık’ta Görüşürüz: Sözde Maya Kıyameti isimli yazıyı okumanızı öneririm.
  • Gene Yalansavar ekibinden Bahadır Ürkmez, sözde Maya kıyameti ile ilgili güzel bir yazıyı, 2009 yılında kendi blogunda yayınlamış. National Geographic dergisinde yayınlanan bir makalenin çevirisini de içeren 2012- Bir Efsane Çürütüldü isimli bu yazı da, bu konuda ortaya atılan asılsız iddiaları güzelce açıklıyor ve cevaplıyor.
  • 2012 hoax sitesinde 2012 kıyamet kehaneti ile ilgili detaylı bilgi ve her tür iddiaya kapsamlı yanıtlar mevcut. ( İngilizce).
  • SETI organizasyonunun Kıyamet: Sıkça Sorulan Sorular sayfasında 2012 yılına ait kıyamet senaryolarına, profesyonel astronomlar tarafından verilen cevapları okuyabilirsiniz. ( İngilizce)
  • Garajımdaki Ejder’in web sitesinde, NASA’nın 2012 kehanetlerine ilişkin yaptığı açıklamaları özet olarak içeren güzel ve açıklayıcı bir video mevcut. ( Türkçe) Videoyu izlemek isterseniz ekte, ancak Garajımdaki Ejder’in yazdığı yazıyı da okumanızı öneririm.

Kaynaklar:

  1. Why do people love doomsday predictions. New Scientist.
  2. Can science beat the doomsday hype? Discovery News.
  3. Why we believe in doomsday? Llwellyn Journal.
  4. 2012 Mayan Doomsday: One Post to (Almost) Rule Them All. Exposing Pseudoastronomy.
  5. “Heaven’s Gate” Suicides. Cult Education and Recovery.
  6. 10 Failed Doomsday Predictions. Live Science
  7. Mormons. Wikipedia.

Komplo Teorileri – 5: Evdeki Hesap Çarşıya Uymaz

$
0
0

Komplo Teorileri yazı dizimizin ilk 4 bölümünde, komplo teorileri nedir, kimler tarafından nasıl çıkartılırlar, neden ve ne şekilde yayılırlar, ve bireyler ve toplum üzerindeki etkileri nelerdir sorularına yanıt aramıştık. Dizimizin son bölümünde ise, geçmişte başarıya ulaşmış ya da ulaşamamış komplo örneklerine bakacağız.

Komplo teorilerini gerçek komplolardan ayırmanın belki de en iyi yolu, geçmiş örneklerden dersler çıkartmaktır. Eğer komploların genelde nasıl işlediği hakkında bir fikrimiz varsa, önümüze getirilen iddialara daha bilinçli ve gerçekçi bir şekilde bakabiliriz. İşte bu sebepten dolayı Komplo Teorileri yazı dizimizi, gerçek komplolara bakarak bitireceğiz.

Suikastlerin Anatomisine Giriş

Ünlü bir politikacı ya da işadamı öldürülürse, hatta eceliyle bile ölse, hemen ortaya teoriler atılır çünkü birilerinin, bu mesleklerdeki insanların ölümünden mutlaka çıkarı olacaktır. Bir bakanın ya da mesela bir nükleer fizikçinin ölümü, ölüm şekli ve sebebi ne olursa olsun, mutlaka birilerini kuşkulandırır. Galler prensesi Diana’nın geçirdiği trafik kazası (1), Turgut Özal’ın geçirdiği kalp krizi (2), Prof. Dr. Engin Arık’ın geçirdiği uçak kazası (3) gibi ölümler hala sorgulanmaktadır. Atatürk’ün de zehirlendiğine yönelik komplo teorileri ara sıra gündeme gelir. (4)

Belki de dünyanın en meşhur suikast komplo teorisi, eski A.B.D. Başkanı J.F. Kennedy’nin öldürülmesidir. Olayın gerçek faili olduğu iddia edilen kurumlar arasında yok yoktur: CIA, KGB, FBI, Amerikan mafyası, İsrail, Başkan Yardımcısı Johnson, Küba lideri Fidel Castro, Fidel Castro karşıtı gruplar, Amerikan merkez bankası vs. (5)

Bu yazıda daha çok tarihi ve politik içerikli komplo iddialarına yer verdik. Ancak Yalansavar okurları, bilim ve sağlık gibi konularda da komplo teorilerinin gırla gittiğini bilirler. Mesela aşılar veya domuz gribi hakkındaki komplo teorileri üzerine geçmişte yazdığımız yazıları bu sitede bulabilirsiniz.

Şimdi gelin, tarihte yaşanmış ve bugün artık nasıl gerçekleştiklerini bildiğimiz bazı önemli tarihi olaylara hep birlikte bakalım. İlk durağımız, Saraybosna:

Arşidük Ferdinand Suikasti

Bir çoğumuz, Birinci Dünya Savaşı’nın 1914 yılında Avusturya-Macaristan Arşidük’ü Franz Ferdinand’ın bir Sırp tarafından öldürülmesi ile başladığını, lise yıllarındaki tarih derslerimizden hatırlarız. Şimdi gelin, bu suikaste bir bakalım:

Arşidük Franz Ferdinand

19. yüzyıl başlarına kadar Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası olan Sırplar, bu yüzyılın başında ayaklanarak önce kısa süreliğine bağımsızlıklarını kazanmış, sonradan içişlerinde bağımsız bir devlet olarak Osmanlı’ya bağlanmış, 1878′de ise Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun bir parçası haline gelmiştir. (6) Sırplar bu durumdan hiç memnun değildir ve kurdukları Kara El isimli bir örgütle İmparatora karşı bir yeraltı savaşı sürdürmektedir. İşte imparatorluk tahtının varisi Arşidük Ferdinand bu ortamda bir askeri tatbikatı izlemek üzere 28 Haziran 1914 günü sabahı Saraybosna’ya teşrif eder. (7)

Arşidük ve maiyeti, 6 arabadan oluşan bir konvoyla şehrin ana bulvarında ilerlemeye başlar. Arşidük ve eşi 3. arabadadır. Üstü açık arabadan şehrin güzelliklerine bakan arşidük, şoförlere yavaş gitmeleri talimatını verir. İşte tam bu sırada 6 suikastçi de yol üzerindeki stratejik noktalarda mevzilenmiş, son anda tedarik ettikleri silahlarla kafileyi beklemektedir.

Kafile belli bir noktaya geldiğinde onlara el bombası ve tabanca ile saldırmaları gereken ilk iki suikastçi korkularından ya da iyi görüş açısı olmadığı için hiç bir şey yapamazlar. Hemen sonra üçüncü suikastçi elindeki bombayı 3. arabaya atar ama el bombası arabanın arkasında katlanmış tenteden sekip arkadaki arabanın altına kaçar ve orda patlayarak diğer arabadakileri yaralar.

Paniğe kapılan 3. suikastçi yanındaki siyanürlü hapı yutup yandaki köprüden aşağıya atlayarak intihar etmek ister. Ancak o mevsimde nehir suları topu topu 10-15 cm. derinliktedir ve yuttuğu hap da onu öldürmez. Etraftakiler tarafından bi temiz pataklanıp karakola götürülür.

O arada kafilenin diğer arabaları hızla olay yerinden uzaklaşırlar ve diğer 3 suikastçi kötü talihlerine yanarak dağılırlar.

Gavrilo Princip

Heyhat, hayat her zaman tesadüflerle doludur: Arşidük Ferdinand Saraybosna’dan ayrılmak yerine programına devam etmeye karar verir. Önce belediye başkanının makamında bir konuşma yapar, sonra da sabah yaralananları ziyaret etmek için hastaneye gitmeye karar verir. Dönüş yolunda şoför yolunu şaşırıp yanlış sokağa sapar. Yaptığı hatayı anlayınca da durup geri geri gelmeye çalışırken arabanın vitesi kitlenir! (8)

Tam o sırada, kalan 3 suikastçiden biri olan Gavrilo Princip, şehir meydanı yakınlarındaki bir büfede morali bozuk bir halde bir şeyler atıştırmaktadır. Sandviçini bitirip dışarı çıktığında bir anda arşidük ve eşini yine aynı üstü açık arabanın içinde tam karşısında buluverir!

Olaylar gelişir…

CIA’in İran Darbesi

Politik komplo teorilerinin bir numaralı aktörü hiç kuşkusuz Amerikan Merkezi İstihbarat Örgütü, ya da ingilizce kısaltmasıyla, CIA’dir. (9) Kurulduğu 1947 yılından beri dünyanın dört bir yanında faaliyetler yürütmüş olan örgüt, halen her önemli politik olayın arkasından ortaya atılan komplo teorilerinde başroldedir. Bu yazıda, CIA’in ilk marifetlerinden birisi olan İran darbesine bakacağız.

Olayların başlangıcını kısaca özetlemek gerekirse: 1951 yılında İran’da meclis tarafından başbakan seçilen Muhammed Musaddık, ülkedeki petrol tesislerini kamulaştırır. Bu da, şimdiki adı BP olan İngiliz petrol şirketini (dolayısıyla İngiltere’yi) kızdırır. İngilizler önce İran’a ticari yaptırım uygular, daha sonra da A.B.D.’yi İran’da bir askeri darbe yapılması konusunda ikna eder. (10)

CIA’in planına göre önce kendileriyle çalışacak bir general bulunacak, daha sonra Şah, Musaddık’ı azledip bu generali başbakan olarak atayacak, Tahran sokaklarında yaratılacak bir isyancılar grubu da destek verecekti. (11)

Ancak hayat, her zamanki gibi sürprizlerle doluydu.

İran eski başbakanı Musaddık, etrafı sarılmış halde.

İşin başında CIA orduya liderlik edecek generali kolay bulmuş, Feyzullah Zahedi’yi verdiği yüz bin dolar ile ikna etmişti. (12) Ancak Şah hem korkuyordu, hem de İngilizlere güvenmiyordu. 1953′ün Ağustos’una gelindiğinde Musaddık darbe planlarını öğrenmişti. 4 Ağustos’ta yapılan referandum Musaddık’ın zaferi ile sonuçlandı. Şah 13 Ağustos’ta General Zahedi’yi Musaddık’ın yerine atadığında darbe için geç kalınmış gibiydi.

İran’daki darbe 15 Ağustos 1953 akşamı başladı. Askerler başbakan yardımcısını tutuklayıp hükümet binasının telefonlarını kestiler. Ancak hükümet hala bir şekilde telefonları kullanıp yardım isteyebiliyordu. Üstelik ordudaki bazı birlikler de Şah aleyhine dönmeye başlamışlardı. Ertesi sabah Tahran Radyosu darbenin başarısız olduğunu ilan etti. Ülkedeki CIA ajanları teker teker tutuklanmaya başlamışlardı.

Ertesi gün işler (CIA açısından) daha da kötüye gitti: Şah Bağdat’a kaçmış, Musaddık şah çekmişti. Ayın 17′sine gelindiğinde darbe tehlikesi neredeyse atlatılmış gibiydi, başkentin meydanlarında nöbet tutan güvenlik güçlerinin çoğuna merkezlerine geri dönme emri verildi.

Ayın 19′una gelindiğinde CIA en azından dinci grupları ayaklandırmaya çalıyordu ama bu sefer de Şah’ın Roma’ya kaçtığı haberi geldi. CIA merkez ofisi operasyonun başarısız olduğuna karar vererek ajanlarına operasyonu durdurma emrini gönderdi.

Tam CIA havlu attığı sırada hiç kimsenin beklemediği bir gelişme oldu ve ordu içerisindeki bir grup Şah yanlısı asker Tahran meydanlarını işgal etmeye başladı. Bunun üzerine CIA ajanları apar topar General Zahedi’yi saklandığı yerde bulup yeni başbakan olarak radyoya çıkardılar ve darbe bir anda gerçekleşiverdi.

Ancak bu detaylar uzun süre gizli kaldığı için herkes darbeyi CIA’in büyük bir planlama başarısı olarak yorumladı (A.B.D. darbedeki rolünü resmi ağızdan ancak 2000 yılında açıkladı.) (13) Bizzat kendisi de zafer sarhoşluğuna kapılan CIA, 20. yüzyılın ikinci yarısında, başta Güney Amerika olmak üzere, bir çok ülkede yasadışı faaliyetlerde bulundu, darbeler, suikastler tezgahladı, bir kısmında başarılı oldu. (14)

Ancak aynı CIA, başka bir sürü operasyonda ise çuvalladı. (15) 1960′ta Küba’yı işgal etmeye çalışan Amerikalılar CIA’in yanlış hesapları sonucu yenilerek geri çekildiler. (16) Sonraki yıllarda da CIA ne İran Devriminin gelişini, ne Doğu Blokunun çöküşünü, ne 11 Eylül saldırılarını, ne de “Arap Baharı” adı verilen isyanları önceden fark edip Amerikan hükümetini uyarabildi.

Daha onlarca benzer başka örneğe rağmen CIA bugün hala bir çok komplo teorisyeni tarafından “her zaman, her ülkede, her şeyi bilen ve yönlendiren” olarak varsayılır. Oysa bugün bildiklerimiz ışığında 1950-2000 dönemine baktığımızda şunu görüyoruz: CIA bir çok ülkede gizli veya açık faaliyetlerde bulunmuş, bunların bir kısmında işleri yaver gitmiş, bir kısmında ise evdeki hesap çarşıya uymamıştır.

Elbette CIA ve tüm diğer ülkelerin istihbarat kurumları, görevleri gereği, başka ülkeler hakkında komplolar tezgahlarlar. İstihbarat kurumlarının sadece istihbarat toplamaktan sorumlu olmadıkları bilinen bir gerçektir. Ancak bu durum, bu istihbarat kurumlarının her şeye muktedir, tarihi olayları diledikleri gibi şu ya da bu yana çeken kurumlar oldukları anlamına gelmez.

O yüzden bir olayda CIA ya da başka bir istihbarat kurumunun parmağı olduğu iddia ediliyorsa, dinlemekte ve incelemekte fayda vardır. Ancak bu kurumların da insanlar tarafından yönetildiğini, sık sık hatalı planlar ya da yanlış hesaplar yaptıklarını unutmamak lazım.

Houston, Bir Problemimiz Var!

Dünyamızın aydan çekilmiş bir fotoğrafı.

Dünyamızın aydan çekilmiş bir fotoğrafı.

Kuşkusuz, bilinen en meşhur komplo teorilerinin başında ‘Amerikalıların aya gitmedikleri’ iddiası gelir. Bu iddiaya göre, “Amerikalılar aslında aya gitmemişlerdir. Bütün o gördüğümüz filmler ve fotoğraflar dünyada çekilmiştir, NASA’nın Apollo programında görev almış binlerce bilim insanı sahtekardır ve bu gerçek bütün dünyadan gizlenmektedir. Gerçeği bilip de konuşmak isteyenler de öldürülmüşlerdir.” (17)

Önce isterseniz Apollo programını çok kısa bir şekilde hatırlayalım:

Apollo Programı, bir yandan insanlığın dünyanın tek uydusu olan aya yönelik merakının bir sonucu iken, bir yandan da yirminci yüzyılın ikinci yarısında yaşanmış Soğuk Savaşın bir cephesidir. “Uzay Yarışı” olarak adlandırılan bu mücadelede, Sovyetler Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (S.S.C.B.) ve Amerika Birleşik Devletleri (A.B.D.), özellikle 1957-1975 yılları arasında, uzayın keşfi konusunda birbirleriyle muazzam bir bilim, propaganda ve istihbarat yarışına girmişlerdi. (18)

1957 yılında ilk yapay uydu olan Sputnik 1′i yörüngeye oturtan, ve 1961′de Yuri Gagarin’i ‘uzaya giden ilk insan’ yapan S.S.C.B. yarışın başlangıcında öne geçmişti. (19) A.B.D. ise ilk uzaya insan gönderme projesini (Mercury Projesi) ancak 1959′da başlatabilmişti. (20) Amerikalıların uzay programlarını geliştirirken, zamanında Nazi hükümetinin roket programını yürütmüş Alman bilim insanlarından da büyük ölçüde faydalandığını buraya not olarak düşelim. (21)

Kenndy: Başkan mı, falcı mı?

Kenndy: Başkan mı, falcı mı?

Amerika’nın aya gidiş macerası, Yuri Gagarin’in yörüngeye çıkışından bir hafta sonra başlar. O zamanki başkan Kennedy, 20 Nisan 1961′de, “1960′lar bitmeden Amerika’nın bir insanı sağ salim aya götürüp getireceğine inandığını” söylediği meşhur konuşmasını yapar. (22) Herhalde bir çok Amerikalı, başkanın o gün viskiyi biraz fazla kaçırdığını düşünmüş olsa gerek!

Ve nihayetinde, 8 sene 24 milyar dolar sonra, Neil Armstong 21 Temmuz 1969 günü TSİ 00:56′da aya ayak basan ilk insan olarak tarihe geçer. (23)

Amerikalıların aslında aya gitmediklerini ilk iddia eden kişi, kendisi de bir Amerikalı olan Bill Kaysing’di. Kaysing 1956-63 yılları arasında, Amerikalıları aya götüren Saturn V roketlerinin yapıldığı firmada ‘teknik yayınlar müdürü’ olarak çalışmıştı, herhangi bir mühendislik ya da bilim eğitimi yoktu. Kaysing, 1974 yılında yazdığı bir kitapta, Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA’nın, aya insan gönderecek kapasitesi olmadığını iddia etti. (24) Onun ardında da başka bir çok kişi ve dernek, NASA’nın uzay yarışında kendini önde göstermek veya devletten para alabilmek için aya çıkma yalanını uydurduğunu iddia etti. (25)

Neil Armstong ayda bayrak töreninde.

Neil Armstong ayda bayrak töreninde. Sizce bu fotoğraf gerçek mi? (şaşırtmacalı soru)

Komplo teorisyenleri, bu iddialarına destek olarak bir çok “delil” göstediler. Mesela ayda çekilmiş fotoğraflarda astronotların arkasında yıldızların gözükmediği ve astronotların aya diktikleri bayrağın dalgalandığı, aya gidiş yolunda geçilmesi gereken Van Allen radyasyon kuşağından hiç bir insanın canlı çıkmayacağı, aya ilk ayak basma anını Avusturalya’daki daha büyük antenli Parkes Gözlemevi radyoteleskopunun yayımlayamadığı iddia edilmiştir.

Başlangıçta bu iddiaları deli saçması olarak gören NASA, zaman içerisinde bir çok Amerikalının bunları ciddiye aldığını görünce, bu iddiaların hepsine ayrıntılı bir şekilde yanıt verdi. (26)(27)(28)(29) Ancak yine de bu konudaki komplo teorileri hala tam olarak bitmiş değildir. (30)

Bu yazıda bu iddiaların daha fazla ayrıntısına girmeyeceğiz, ancak bu konudaki komplo teorilerinin anlamsızlığını göstermek için bir kaç detay verelim:

1963-1972 yılları arasında sürmüş Apollo projesinde yaklaşık 400 bin bilim insanı, mühendis, astronot, teknisyen ve kalifiye eleman çalıştı. (31) Bugüne kadar hiç bir NASA veya devlet görevlisi çıkıp da “aya gidilmedi” dememiştir.

Aya gidiş yarışında S.S.C.B. ve A.B.D. aya ve ayın yörüngesine 30′dan fazla insansız aracı başarıyla göndermişlerdir. (32) Apollo projesi kapsamında 11 insanlı uçuş gerçekleştirilmiş, bunların 6′sında (Apollo 11, 12, 14, 15, 16 ve 17) aya ayak basılmıştır. (33) Apollo projesine günümüzün parasıyla yaklaşık 150 milyar dolar harcanmıştır. (34) S.S.C.B. aya gitme yarışını kaybettiğini kabullenip hedefini değiştirmiş (35), ilk uzay istasyonu olan MIR’i 1986 yılında yörüngeye oturtmuştur. (36)

1969 yılındaki aya iniş anı, tüm dünyada yaklaşık 600 milyon insan tarafından canlı izlenmiştir. (37) İniş anını Avustralya televizyonu, Houston’dan değil, kendi gözlemevinden yayımlamıştır. (29)

Bugün dahi, elinde gerekli lazer ve teleskop cihazı olan herhangi biri, Apollo 11, 14, ve 15 uçuşlarında ayın yüzeyine indirilen yansıtıcıları kullanarak, göndereceği bir lazer ışınının geri sekişini gözlemleyebilir. (38) Son olarak, NASA’nın 2009 yılında gönderdiği Ay Yörünge Keşif Aracı, bundan yaklaşık 30 sene önce ayda yürüyen astronotların ayak izlerinin fotoğraflarını çekmiştir. (39)

Bir, ki, üç – tıp! Ya da Bletchley Park

Yazımızın başındaki ilk 2 örnekte, komplolarda çıkabilecek, hatta çıkması neredeyse kaçınılmaz olan örnekler verdik. Ne insanların, ne de makinaların davranışları önceden %100 kestirilebilir. Tarihe baktığımızda başarılı komplolar görürüz ama mükemmel bir komplo örneği bulmak neredeyse imkansızdır.

Öte yandan, İngiltere’deki Bletchley Park örneği, ender de olsa bazen bir sırrın uzun süre medyaya ve topluma sızmasının devletler tarafından engellenebileceğinin güzel bir örneğidir. İddia edilmiş ve ispatlanmış bir komplo teorisi örneği olarak şimdi bu olaya bakalım:

Enigma

Enigma

1974 yılında, İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetlerinden emekli Frederick William Winterbotham, “The Ultra Secret” (“Ultra Sır” ya da “Ultra Sırrı” olarak çevrilebilir) adlı kitabı yayımladı. (40) Kitapta İngiltere’nin 2. Dünya Savaşının henüz ilk yıllarında, Almanların birbirleriyle haberleşmelerini sağlayan ve ‘çözülmesi imkansız’ denilen Enigma isimli şifreleme makinesinin şifrelerini çözdüğünü, yani savaşın bir çok kritik evresinde müttefiklerin, Almanların askeri planlarını önceden öğrenip ona göre hazırlandıklarını iddia ediyordu. (41) “Bilgisayarın ve yapay zekanın babası” olarak bilinen efsane isim Alan Turing’in de aralarında bulunduğu dönemin bir çok ünlü bilim insanı ve askeri, bütün savaş yılları boyunca gizlice bu merkezde görev almışlardı. (42)

Kitapta anlatılan şey o kadar büyük bir sırdı ki, ilk çıktığında bir çok tarihçi anlatılanlara inanmakta başlangıçta güçlük çektiler. 2. Dünya Savaşı gelmiş geçmiş en çok incelenen, didik didik edilmiş tarihi olayların başında gelmekteydi ve bu kadar önemli bir bilginin, bu kadar uzun bir süre gizli kalmış olması ihtimali çok düşüktü. Kitapta anlatılanlara göre, müttefikler savaşı sadece Almanya’dan daha güçlü oldukları için değil, rakiplerinin hamlelerini önceden bildikleri için kazanmışlardı.

"Çöl Tilkisi" Rommel. Acaba Almanların bu meşhur generalinin Kuzey Afrika'da yenilmesinin nedeni Blechley Park mıydı?

“Çöl Tilkisi” Rommel. Acaba Almanların bu meşhur generalinin Kuzey Afrika’da yenilmesinin nedeni Bletchley Park mıydı?

Ancak tarihçilerin, kitapta anlatılanların çoğunun doğru olduğunu anlamaları çok uzun sürmedi. Her şeyden önce verilen bilgiler çok detaylıydı. İkincisi, 70′lerin başında Fransa’da yayımlanmış bir başka kitap da neredeyse aynı şeyden bahsetmekteydi. Daha sonra 1967′de Polonyalı bir tarihçinin de benzer bir kitabı yazmış olduğu ortaya çıktı. (43) (Polonyalılar, Almanların şifrelerini daha savaş başlamadan 5 hafta önce kırıp, şifre çözme tekniklerini ve makinesini İngilizlere ve Fransızlara aktarmışlardı.) (44)

Tarihçilerin ifşa edilen bu sırra ilk başta inanamamalarını anlamak zor değil: Bletchley Park’ta (büyük çoğunluğu kadın olmak üzere) yaklaşık 12 bin kişi çalışmış, hepsi yaptıkları işi sır olarak tutacaklarına yemin etmiş ve hemen hemen hepsi bu sözlerini tutmuştu. (45) Bu kadar büyük bir insan grubunun, böylesine önemli bir sırrı, 30 küsür sene boyunca tutabilmiş olması modern dünya tarihinde az rastlanır bir olaydı. Peki nasıl olmuştu da, binlerce insan bu kadar ketum bir şekilde davranabilmişti?

Her şeyden önce, Bletchley Park’ta çalışan insanların hepsi doğru bir iş yaptıklarına ikna olmuşlardı. Luftwaffe’nin her gece İngiltere’yi bombaladığı bir dönemden geçiyorlardı ve yaptıkları işin başarısı sadece ülkelerini değil, kendilerini ve sevdiklerini de koruyacaktı. Bir başka deyişle, vicdanları rahattı.

Ayrıca Bletchley Park’ın içinde de büyük bir gizlilik vardı. Çok az sayıda yönetici haricinde, kimse kimsenin ne iş yaptığını, hatta kim olduğunu dahi bilmiyordu. Ayrıca savaşın bitmesiyle beraber başlayan Soğuk Savaş yüzünden, bizzat başbakan Churchill Bletchley Park’ın gizli tutulmasını emretmiş, kullanılan ekipmanın çoğu imha edilmişti. Ayrıca İngiltere, bu konu hakkındaki konuşma yasağını 1974′e kadar kaldırmadı. (46)

Ancak Bletchley Park’ta bile bilgi sızıntısı olmuştu. Sovyetler, Ultra’nın varlığını Cambridge Beşlisi olarak bilinen 5 ajanları sayesinde öğrenmişlerdi. (47) Hatta İngilizler de, Sovyetlerin Ultra’yı bildiklerini öğrenmişlerdi! Yine de hiç kimse bu sırrı ifşa etmedi. (48)

Bu örnekle beraber bu yazı dizisinin sonuna geldik. Yaygınlaşan iletişim kanalları sayesinde komplo teorilerinin her tarafımızı sardığı bir çağda yaşıyoruz. Umarız bu yazı dizisi, ciddiye alınması gereken komplo teorileri ile, sadece sığ mantık çıkarımları yaparak oluşturulan komplo teorileri arasında bir ayrım yapmanızı biraz olsun kolaylaştırmıştır.

Ne yazık ki bu ayrımı yapacak, her durumda geçerli tek bir basit formül yok. Ancak yukarıdaki örneklerin bize verdiği mesaj da açık: Bir komplo teorisi ne kadar çok mükemmellik varsayıyorsa, doğru olma ihtimali de o kadar az olacaktır. 5 bölümlük bu yazı dizisinin bütününde verdiğimiz mesaj ise daha da açık: Etrafımızı sarmış bu komplo teorilerinin büyük çoğunluğu birer yalandan ibaret. Size ulaşan komplo teorilerinin zihninizi işgal etmesine izin vermeden evvel, önce oturup bu iddiaların gerçekliğini sıkı bir şekilde sorgulayın.

Kaynakça:

1 – http://en.wikipedia.org/wiki/Death_of_Diana,_Princess_of_Wales_conspiracy_theories
2 – http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/123823-turgut-ozal-i-kim-oldurdu-makalesi.aspx
3 – http://www.nuveforum.net/939-siyaset-gundem/28419-korkunc-suphe-ucak-dusuruldu-6-nukleer-fizikcimiz-olduruldu/
4 – http://cezmyurtsever-atatrk.blogspot.com/2010/12/ataturk-zehirlenerek-mi-olduruldu.html
5 – http://en.wikipedia.org/wiki/John_F._Kennedy_assassination_conspiracy_theories
6 – http://en.wikipedia.org/wiki/Serbia#Ottoman_and_Austrian_rule
7 – http://www.commandposts.com/2011/07/how-conspiracies-actually-work/
8 – http://en.wikipedia.org/wiki/Assassination_of_Archduke_Franz_Ferdinand_of_Austria
9 – http://en.wikipedia.org/wiki/Central_Intelligence_Agency
10- http://www.iranchamber.com/history/coup53/coup53p1.php
11- http://www.iranian.com/History/2000/April/CIA/index.html
12 – http://en.wikipedia.org/wiki/1953_Iranian_coup_d%27%C3%A9tat#Execution_of_Operation_Ajax
13 – http://transcripts.cnn.com/TRANSCRIPTS/0004/19/i_ins.00.html
14 – http://www.geopoliticalmonitor.com/us-interventions-in-latin-american-021/
15 – http://www.cato.org/pubs/pas/PA118.HTM
16 – http://en.wikipedia.org/wiki/Bay_of_Pigs_Invasion
17 – http://www.apfn.org/apfn/moon.htm
18 – http://en.wikipedia.org/wiki/Space_Race
19 – http://news.bbc.co.uk/onthisday/hi/dates/stories/april/12/newsid_2477000/2477715.stm
20 – http://en.wikipedia.org/wiki/Project_Mercury
21 – http://suite101.com/article/german-technology-and-the-apollo-moon-landings-a307001
22 – http://er.jsc.nasa.gov/seh/ricetalk.htm
23 – http://en.wikipedia.org/wiki/Apollo_program
24 – http://billkaysing.com/biography.php
25 – http://www.ufos-aliens.co.uk/cosmicapollo.html
26 – http://earthobservatory.nasa.gov/blogs/earthmatters/2011/09/28/where-are-the-stars/?src=twitter-em
27 – http://www.clavius.org/envflutter.html
28 – http://www.clavius.org/envrad.html
29 – http://www.honeysucklecreek.net/Apollo_11/Australian_TV.html
30 – http://www.theage.com.au/articles/2002/12/24/1040511043172.html
31 – http://www.nasa.gov/centers/langley/news/factsheets/Apollo.html
32 – http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_space_exploration_milestones,_1957-1969
33 – http://nssdc.gsfc.nasa.gov/planetary/lunar/apollo.html
34 – http://historical.whatitcosts.com/facts-apollo-space-program.htm
35 – http://www.theworld.org/2009/07/former-soviet-space-official-on-us-moon-landing/
36 – http://en.wikipedia.org/wiki/Mir
37 – http://www.telegraph.co.uk/science/space/5852237/Apollo-11-Moon-landing-ten-facts-about-Armstrong-Aldrin-and-Collins-mission.html
38 – http://www.jpl.nasa.gov/news/news.php?feature=605
39 – http://www.nasa.gov/mission_pages/LRO/multimedia/lroimages/apollosites.html
40 – http://books.google.com/books/about/The_ultra_secret.html?id=Po2cNly6gvkC
41 – http://www.bbc.co.uk/history/places/bletchley_park
42 – http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_people_associated_with_Bletchley_Park
43 – http://www.dtic.mil/cgi-bin/GetTRDoc?AD=ADA512192
44 – http://en.wikipedia.org/wiki/Biuro_Szyfr%C3%B3w
45 – http://www.historyarticles.com/bletchley_park.htm
46 – http://en.wikipedia.org/wiki/Ultra#cite_ref-68
47 – http://en.wikipedia.org/wiki/Cambridge_Five
48 – http://www.dailykos.com/story/2009/04/04/716428/-Morning-Feature-Conspiracy-Theory-104-Conspiracies-of-Commonality-Non-Cynical-Saturday


Yeni Uzaylı Masalı: Yaş 78 – Bölge 51

$
0
0

Doğan Haber Ajansı’nın (DHA) bugün geçtiği bir haber yeni bir “uzaylı” itirafı içeriyor. Radikal vakit kaybetmeden yayınladıktan kısa bir süre sonra, daha biz bu yazıyı yazıp yayınlayana kadar da pek çok haber portalı tarafından “Ünlü bilim adamının ölmeden önceki itirafları” başlığıyla paylaşıldı. Önce haberimize göz atalım:

fft81_mf2523500Ünlü bilim adamı ölmeden önce kendisini kayıt altına alarak ABD’de çok gizli projelerin yürütüldüğü Nevada eyaletindeki “Area 51” olarak adlandırılan askeri üste dünyaya ziyarete gelen uzaylıların varlığıyla ilgili çarpıcı itiraflarda bulundu.

Geçtiğimiz Ağustos ayında kaydedilen videoda ABD’li ünlü bilim adamı Boyd Bushman bu merkezde mühendis olarak çalışırken gizlice ele geçirilmiş uzaylıların fotoğraflarını yayınladı. Bushman, ABD’li yetkililer tarafından sürekli inkar edilen Area 51 merkezini gördüğünü ve orada uzaylıların yapısı ile ilgili çalışmalar yapan bir grup bilim adamının varlığına şahit olduğunu söyledi.

Boyd Bushman çekilen fotoğrafları delil olarak göstererek kayıt altına aldığı videoda Area 51 merkezinde ele geçirilen uzaylıların iki tür olduğuna işaret etti. Uzun parmaklara ve perdeli ayaklara sahip olanların “Quintumnia” adlı bir gezegenden dünyaya geldiklerini ileri süren Bushman Nevada’daki üste çalışanların bunları iki gruba ayırmasının nedeni olarak da birinin dünyalılara daha yakın olduğunu diğer grubun ise daha düşmanca bir tavır gösterdiğini iddia etti.

HENÜZ YALANLAMA GELMEDİ

40 yılı aşkın tetkik ve patent üzerine çalışmalar yapan Boyd Bushman aralarında Hughes Aircraft, General Dynamics, Lockheed Martin ve Texas Instruments gibi şirketlerde önemli araştırmalarda bulundu. Bushman’ın bu itiraflarına ABD’den henüz bir yalanlama gelmedi. (Mehmet Çiftçi/ DHA)

Haberde bahsi geçen videonun orijinali ise şu:

Haberde fotoğrafını gördüğünüz Boyd Bushman, daha önce pek çok havacılık ve uzay şirketinde çalışmış oldukça deneyimli bir mühendis. Stinger füzesinin kritik sistemleri de dahil pek çok silah, algılama ve havacılık teknolojisinin mucidi. 1936 doğumlu olan Bushman geçtiğimiz Ağustos’ta gözlerini hayata yumdu. Bahse konu mülakat videosu, “Bushman’ın son röportajı” olarak sunuluyor. Youtube’da yer alan video, kendini Linked in’de bağımsız uçak mühendisi olarak tanımlayan Mark Q Patterson tarafından çekilmiş ve Youtube’a da bizzat kendisi tarafından koyulmuş. Altında videoyu yayınlayanın yazdığı detaylı bir açıklama yok. Onun yerine “Emekli bilim insanı Bushman, UFO’lar, 51. Bölge ve Yerçekimini Yenebilme ile ilgili fikirlerini açıklıyor” diyor.

Gerçek olamayacak kadar “gerçek” görünen bu iddiaların emekli bir havacılık & uzay personelince sarf edilmiş olmasının basında yarattığı heyecanı anlayabiliyoruz; ama üzücü gerçek şu ki, Bushman tüm şöhretli geçmişine rağmen bir süredir bu tip röportajlarla ilgi çekme derdine düşmüş yaşlı bir amcamız. Gelin bu videoyu tahlil edelim ve Bushman’ın söylediklerine niçin şüpheyle baktığımızı da basitçe ifade edelim:

1. Her ne kadar haberlerde “ölmeden önce itiraf etti” gibi bir hava verilmiş olsa da -ve hatta bazı haber siteleri bu minvalde başlıklar atasalar da- Boyd Bushman bu iddialarını yıllardır tekrarlıyor (2012, 2007). Önceki videolar, Bushman iddialarının niçin deli saçması olduğuyla ilgili daha çok fikir veriyor bize (Bkz: Madde 4 ve 5).

2. Haberde adı geçen videoda gösterilen resimler taranarak detaylı olarak görünebilecekleri şekilde dijital ortama aktarılabilirdi, ama yapılmamışlar. Kamera resimlere yakın çekim girme imkânı olmasına rağmen bunu yapmıyor. Üstelik (kendisi ele geçirmiş gibi bir intiba uyansa da aslında kendisine birisi tarafından verildiği söylenen) bu resimlerden her nedense Bushman’in daha önceki videolarında hiç bahsedilmiyor. Ayrıca fotoğrafların arkasında ya da önünde, kısaca hiçbir yerinde gizli olduğuna yönelik ya da belgenin sınıflandırılma türüne dair hiçbir ibare bulunmuyor -ki askeri gizli belgelerde bu kesinlikle yapılır-. Üstelik resimler herhangi bir belgeyle de desteklenmiyor.

3. Bushman’in gösterdiği uzaylı fotoğrafları bildiğimiz ET temasına fazlasıyla uyuyor. Daha evvel Açık Bilim’de yazdığım “Uzaylılar Neye Benzer? Hollywood Uzaylıları” adlı yazımda ifade ettiğim gibi: Başka bir gezegende farklı koşul ve şartlarda evrimleşmiş ya da yaşama adapte olmuş yaratıklara, iki göz, iki kol, iki bacak ve beş parmak vermek (evet Bushman bahse konu son videosunda 5’er el ve ayak parmakları olduğunu söylüyor) insan merkezli bakış açısıdır. Mantıklı değildir. Genel ve rahatlıkla kabul edilebilir uzaylı temasına uyduğu için sözdebilimcilerce de daha başkası hayal edilememektedir, ya da daha rahat kabul göreceği düşüncesiyle bu iddialar daima bu minvalde uydurulmaktadır.

4. Boyd Bushman bugüne dek anlattıklarıyla hiçbir başka bilim insanı ya da mühendisin değil, daha çok paranormal olaylarla ilgilenenlerin dikkatini çekmiş. Neden? diye sorarak bilhassa “Yerçekimsiz UFO teknolojisi” videolarını dinlediğimizde görüyoruz ki, anlattıklar tutarlı değil. Tutarlı olmadığı gibi, “antigravity” teknolojisi olarak anlattığı teknolojiyi bir süre sonra magnetik kuvvetlerle açıklamaya başlıyor ve bu yönde bir kaç gösteri yapıyor. Bu bir anti-gravity teknolojisi değildir. Yerçekimini magnetik kuvvetle yenmektir. Herhangi bir eşyayı elimizde kaldırarak yer çekimini yenmek gibi bir şey yani. Bu mantıkla bakıldığında mevcut hava araçlarının tamamına “anti-gravity” araçlar derdik, ama değiller.

5. Zaten iddia edildiği gibi Bushman’in daha evvel çalıştığı Lockheed Martin’de bu teknoloji mevcutsa ve sayın Bushman de bu bilgilere vakıfsa kendisini açık maaş karşılığında işe alacak bir çok rakip şirket biliyorum. Hiç olmadı herhalde Putin kendisini saraylarda yaşatırdı. Dediğim gibi, söyledikleri birazcık fizik bilen birine mantıklı gelmiyor. “Bir bilen safsatası” yapmak istemem ama ben bir uçak mühendisi olarak anlattıklarından bırakın ikna olmayı, ciddiye bile almakta zorlanıyorum. Örneğin kendisi tarafından Lockheed Martin’in uzay araçlarından yaptığı ve tersine mühendislikle geliştirdiği iddia edilen aracın planı diye gösterdiği fotoğraf, bir plan olmaktan çok uzak ve konuya vakıf insanları ikna edemez.

Neden Boyd Bushmen?

Peki Boyd Bushman gibi, 20’den fazla patente sahip, son derece zeki ve akıllı olduğunu tahmin ettiğimiz birisi niçin bu işlere merak sarmış olabilir? Neden çeşitli youtube röportajları ile sürekli aynı iddiaları tekrarlıyor?

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, insanlar yaşlandıkça mevcut maddi dünyadan maneviyata, spritüalizme ve mistik deneyimlere daha çok yöneliyorlar (Kaynak1, Kaynak2). Bu kaynaklarda ifade edilen şeyler, tam olarak Bushman’ın eğilimlerini açıklamıyor olabilir. Ancak bunca yıl önemli patentlere imza atmış bir bilim insanının maddi dünyadan kopuşu manevi deneyimlere yönelmek biçiminde değil de, bu şekilde, yani kendi teknik alanının “mistik” tarafında olmak biçiminde ortaya çıkmış olabilir. Burasını kesin olarak bilemeyiz; zira bunlar -şahsıma ait- yorum ve tahminler. Kesinlik arz etmez.

Dediğim gibi, yukarıdaki nedenler “şüphe etmek ve inanmamak” için mantıklı nedenler. En azından daha dün NASA’nın gönderdiği Antares roketi infilak edip milyonlarca doları çöp etmişken, ABD’nin elinde hal-i hazırda UFO teknolojisi bulunduğuna inanmak bile son derece mantıksız görünüyor.

Bushman ne kadar süreyle gündemi meşgul eder bilinmez… Rahat uyu Bushman.

GÜNCELLEME:

Bushman’ın gösterdiği fotoğraftaki yaratık K-mart’ta satılan bir ürünmüş meğer! (Oscar goes to Serdar Başeğmez)


Aşı Günlükleri

$
0
0

Aile albümümüzde beni en çok etkileyen fotoğraflardan biri, anneannemin 1940’lardan kalma eski bir fotoğrafıydı. Eski, soluk kenarları kıvrık fotoğrafta genç, zayıf bir kadın, kucağında çelimsiz bir bebek tutuyordu. Fotoğrafı ilk gördüğümde, anneannem olan o genç kadının kucağındaki bebeğin annem olduğunu sanmıştım, ama kısa zamanda o çelimsiz bebeğin annem olmadığını öğrendim. O bebek ne benim, ne annemin hiç tanımadığı ve bebekken ölen Müjgan Teyze imiş.  Ölüm nedeni: Kabakulak.

Kulağımıza tuhaf geliyor değil mi? Kabakulak hastalığına yakalanıp ölmek!  Bugün hemen hiç duymadığımız bir şey bu. Ama üşenmeyin, hayattaki aile büyüklerinize sorun, size kendi geçmişte kabakulak, kızamık, çocuk felci, menenjit nedeniyle ölen ve sakat kalanları anlatsınlar: kendi çocukları, kardeşleri, arkadaşları….

Çok değil, bundan 30-40 yıl geriye gittiğimizde, bugün adını duyunca kılımızı bile kıpırdatmadığımız hastalıkların, bizim ninelerimizin korkulu rüyası olduğunu görüyoruz. Küçücük bebeklerin ateşlenip toprağa verildiği, gencecik bedenlerin koltuk değneği ile yürümeye çalıştığı dünya çok da uzağımızda değil.

Bugün, çoğumuzun omuz silktiği bulaşıcı hastalıklara yakalanıp ölmüyor olmamızı modern tıp ve aşılara borçluyuz. Ancak insan hafızası nankör, aradan birkaç nesil geçince yaşananlar unutuluyor. Aşılar sayesinde salgınların önü kesilip ölümler azalmaya başlayınca bu hastalıkların bir zamanlar ne kadar tehlikeli ve öldürücü olduğunu unutmuş durumdayız. Bu unutkanlığımız, safsata ve şarlatanlara inanma ihtimalimizi artırıyor. Daha önce detaylı bir şekilde ele aldığımız Aşı Karşıtı Hareket, bu unutkanlıktan faydalanarak yandaş buluyor, insanları desteksiz iddialarla kandırıyor.  Dr. Andrew Wakefield’in yayınladığı ve temel metodolojik hatalar içeren otizm ile aşılar arasında bağlantı olduğunu iddia eden çalışma, geri çekilmesine ve son derece sert eleştirilmesine rağmen, bugün hala yandaş buluyor.  Wakefield’in iddialarının aksini gösteren ve milyonlarca çocuk içeren çalışmalara rağmen aşıları karalama kampanyaları sürüyor ve yandaş toplamaya devam ediyor.

Aşağıdaki infografik, aşı karşıtı akımın çıkış noktası olan Wakefield’in çalışmasının, onu izleyen ve geçersizliğini gösteren ilave çalışmaların ve aşı karşıtı akım nedeniyle ABD’de hortlayan bulaşıcı hastalıkların ciddiyetini kısa ve öz bir şekilde açıklıyor.

Otizm, aşılar ve bilimsel gerçekler

Otizm, aşılar ve bilimsel gerçekler

Avusturalya Skeptikleri de bu hastalıkların gittikçe unutulmasına bağlı önemsenmemesi ve bunun getirdiği ciddi asonuçlardan muzdarip olmuşlar ve etrafta yayılan asılsız söylentiler ve komplo teorilerinin üstesinden gelebilmek içi  bu hastalıkları anımsayan kişilerle yapılan röportajları derleyerek 25 dakikalık kısa bir belgesel hazırlamışlar. Avusturya Skeptikleri başkanı Richard Saunders, isteğimizi kırmadı ve bu videonun Türk okurlarla paylaşılması için tercüme edilmesi konusunda Yalansavar ekibine izin verdi.

Vakit ayırıp izleyin, bir zamanlar her aileden birden çok bebek alıp giden bu hastalıkların gerçek yüzünü anımsayın.


Aşılar İşe Yarar!

$
0
0

ABD’de, aşı karşıtlarının neden olduğu Kızamık salgını nedeniyle hastalanan insan sayısının 100’ü bulduğu şu günlerde, aşı karşıtı hareketin ne denli tehlikeli olduğunu bir kez daha yaşayarak öğreniyoruz.

Aşılanmamanın ciddi sonuçları tekrar gündeme gelmişken, çizer Maki Naro’nun nefis çizimleri ile aşıların nasıl işe yaradığını anlattığı kısa öyküsünü Yalansavar okurlarıyla paylaşmak istedik. Sevgili Maki, ilk defa THE NIB web sitesinde yayınlanan orjinal öyküsünün Türkçe’ye çevirilerek Yalansavar’da yayınlanması için izin verdi. Buradan hem ona, hem THE NIB sitesine teşekkür ederek sizleri Maki Naro’nun güzel çizgileri ile başbaşa bırakıyoruz.

Aşıların önemi ve aşı karşıtı hareket konusunu daha önce birkaç defa hem bu sitede hem farklı ortamlarda konuk olarak işlemiştik. Sitemizde yayınlanan ve ekteki öyküde anlatılanları detaylı referansları ile inceleyen Aşılar ve Aşı Karşıtı Hareket isimli yazı dizisinin birinci, ikinci ve üçüncü bölümlerini de okumanızı öneririz. Ayrıca yazarımız Işıl Arıcan’ın aşılar ile ilgili Bilim Kazanı’na geçtiğimiz haftalarda verdiği röportajı da kaçırmayın.

Bu çizgi öykünün video haline getirilerek seslendirilmiş halini youtube kanalımızdan da seyredebilirsiniz.

This cartoon is translated to Turkish by the permission of its original artist Maki Naro. Special thanks to Maki  and The NIB for giving us permission to translate this beautiful work to share with Turkish readers. The original work can be found here.


  • Orjinal içerik: Maki Naro
  • Çeviren: Kaan Öztürk
  • Dizgi ve düzenleme: Bahadır Ürkmez & Cüneyt Özdaş
  • Editör: Tüm Yalansavar Ekibi
  • Video seslendirme & Düzenleme: Işıl Arıcan


Chemtrails: İz Bırakanlar Unutulmaz!

$
0
0

Komplo Teorileri daha önce Yalansavar’da etraflıca işlediğimiz bir konu. Kimlerin neden komplo teorileri ürettiğinden, bu teorilerin nasıl yayıldığına kadar bir çok soruya cevap aramıştık. (Yazı dizisini şurada bulabilirsiniz.) Bu yazıda, aslında son derece komik, ve asılsız olduğu bariz bir komplo teorisi olan Chemtrails (toksik bulutlar) teorisinden bahsedeceğiz. Önce bu komplo teorisini açıklayıp kısaca çürüttükten sonra, bu teori nasıl çıkmış ve nasıl hala yayılıyor ona bakacağız. contrails

Yoğunlaşma İzleri

Hepimiz, uçakların gökyüzünde ilerlerken bazen arkalarında, çoğu kez beyaz renkte, bir iz bıraktığını görmüşüzdür. Jet motorlu uçakların arkasında bıraktığı, bazen uzun süre gökyüzünde kalan bu izlere İngilizce’de ‘condensation trail’ (yani ‘yoğunlaşma izi’) ya da kısaca contrail deniyor. caydanlik

Uçaklardan bu izlerin çıkma sebebi, soğuk havalarda ağzınızdan çıkan havanın buhar gibi gözükmesinin sebebi ile benzer: Sıcak ve içinde su molekülleri bulunan (nemli) hava, nefesimizi verdiğimiz zaman soğuk havaya çıkar ve su molekülleri soğuk havanın etkisiyle yoğunlaşır, buharı oluşturur. Tıpkı çaydanlıktan çıkan buhar gibi.

Ağzımızdan ya da çaydanlıktan çıkan sıcak ve nemli hava çabucak dışarıdaki soğuk havaya karışır, görünmez hale gelir. Ancak yolcu uçaklarının ya da savaş jetlerinin uçtuğu 8 bin metre ve üstü irtifada hava basıncı ve sıcaklığı çok düşüktür. Uçağın egzozundan çıkan havadaki su molekülleri anında donarak kristalize olurlar ve yine aynı yerden çıkan diğer parçacıklara yapışarak yoğunlaşma izi dediğimiz bulutları oluştururlar.[1] Eğer uçağın uçtuğu yükseklikte hava az nemli ise bu izler bir kaç dakika sonra kaybolur. Eğer havadaki nem fazla ise, bu izler saatlerce havada kalabilen bir bulut haline dönüşebilir. (İngilizce bilen okurlarımız bu konuyu daha ayrıntılı anlatan bir postere şuradan ulaşabilirler.)

Chemtrails bocek

Chemtrails teorisyenlerinin iddiası ise şudur: Bu izler uçakların motorlarından çıkmamaktadır. Bazı beldelerde yazları sinek ilacı sıkan kamyonetler gibi, bu yolcu ve savaş uçakları da arkalarından atmosfere ilaç püskürtmektedirler! Havada uzun süre kalan bu izler contrail değil, chemtrail‘dır. Sebep? Bu gazları atmosfere salarak insanların düşüncelerini ve davranışlarını kontrol altına almak, onları hasta yapıp ilaç satmak, beyinlerini uyuşturup isyan etmelerini engellemek, küresel ısınmayı engellemek vs! Peki kim yapıyor bunu? Devletler ve/veya büyük şirketler![2]

Şimdi, bu iddiayı çürütmek aslında çok zor değil. Çünkü bu teoriye inanacak bir kişi, şu saçma önermelerin de hepsinin doğru olduğunu kabul etmek durumundadır:

2. Dünya Savaşı sırasında çekilmiş bir yoğunlaşma izi resmi. (Kaynak: Commons Wikimedia)

2. Dünya Savaşı sırasında çekilmiş bir yoğunlaşma izi resmi. (Kaynak: Commons Wikimedia)

1- Uçakların bıraktığı bu izleri yıllardır dünyanın dört bir tarafında milyonlarca insan gördüğüne göre, eğer ortada böyle bir komplo varsa, ya devletler topluca bu işin içinde, ya da bir çok saf devlet senelerdir gözlerinin önünde her gün olan bu komplodan haberdar değil!

2- Komployu tasarlayanlar, atmosfere püskürtülen bu gazların kendilerine de ulaşacağını bilmiyorlar, ya da aldırmıyorlar.

3- Onyıllardır bu uçakları kullanan binlerce pilot, bu uçakların tasarımını ve bakımını yapan onbinlerce Türk, Amerikalı, İranlı, Arjantinli vs. mühendis, teknisyen, ve bütün dünyada kullanılan tonlarca zehirli gazı üreten bilim insanları, bu gazları satan firmalardaki yöneticiler, bu devletlerin politikacıları, askerleri, bürokratları vs. kendi yakınlarının da bu gazlara maruz kalmasına rağmen çıkıp da bir açıklama yapmıyorlar, ya da engelleyemiyorlar. Mesela bugüne kadar “evet, ben bu gazları etrafa yaydım!” diyen bir pilot ortaya çıkmadı

4- Çok ciddiye almasalar da, ara sıra medyaya çıkıp, yoğunlaşma izinin ne olduğunu açıklayan ve bu komplo teorisinin saçma olduğunu söyleyen bilim insanları ve görevliler, ve bu açıklamaları yayan bizler, kötü niyetli ya da kandırılmışız. Bu liste daha da uzatılabilir. Umuyoruz ki, okurlarımızın arasında bu gülünç teoriye inanan ya da dikkate alan yoktur.

Chemtrails İddiasının Ortaya Çıkışı

Chemtrails teorisi aslında 90’ların sonunda çıkıyor. Çıkış yeri de… (evet, doğru tahmin ettiniz) Amerika! “Aşılar çocuklarımızı hasta yapıyor“, “Astronotlar aya gitmedi“, ya da “UFO’ları bizden saklıyorlar” gibi nice komplo teorisini ülkemize ve dünyaya yaymış bu süpergüç, chemtrails teorisinde de yine başrolde!

1999 yılında William Thomas adlı bir gazeteci, uçaklardan atmosfere sıkılacak bazı gazlarla güneş ışınlarının yansıtılarak küresel ısınmanın engellenebileceği şeklinde bir iddia ortaya atıyor. Bunu duyan aşırı duyarlı bazı Amerikalılar, uçaktan atmosfere gaz sıkma fikri ile, havada giden uçakların arkalarında gördükleri izleri beyinlerinde birleştirerek chemtrails komplo teorisini yaratıyorlar. Art Bell adlı, uçuk bilim kurgu konuları üzerine radyo programı yapan bir diğer Amerikalı da teoriyi programında yayarak Amerika’da popüler hale getiriyor.[3]

Uçakların test uçuşlarında kullanılan su tanklarını, chemtrails ispatı olarak göstermek

Uçakların test uçuşlarında kullanılan su tanklarını, chemtrails delili olarak göstermek…

Olayların sonraki gelişimi sahte komplo teorilerinin tipik yayılma şekline tıpa tıp uyuyor: İnsanlar konuyu ilginç bulup üzerinde fazla düşünmeden birbirlerine gönderiyorlar, teoriyi destekleyen İnternet sayfaları kuruluyor ve sonra bu sayfalara olan ilgiyi arttırmak için teoriyi destekleyen sahte haberler ve fotoğraflar üretiliyor, ve bunlar da hızla yayılıyor. Devlet görevlileri ya da bilim insanları açıklama yapsalar konuyu gizlemeye çalışmakla suçlanıyorlar, yapmasalar bu sefer de teorinin delili olarak onların açıklama yapmaması gösteriliyor!

Komplo Teorilerinin Yayılması

Komplo teorileri öne sürülürken, gerçek olaylar ortaya atılan iddia ile harmanlanır. Böylece gerçek olayın sağladığı inandırıcılık iddianın da daha inanılır olmasını sağlar. Mesela, günümüzde gelişmiş ülkelerde ortalama ömür (ve dolayısıyla yaşlı nüfus) arttığı için bunama veya Alzheimer gibi hastalıklar daha sık görülüyor. Bazı chemtrails teorisyenleri, bu hastalıkların artış sebebi olarak chemtrails komplosunu göstermektedirler. Siz siz olun, sokakta evinin yerini unutmuş bir yaşlı amca gördüğünüzde hemen gökyüzüne bakmayın!

Bir diğer tipik komplo teorisi özelliği ise korku unsurudur. İnsanlar bilmedikleri şeylerden korkarlar. Bulut nedir, hangi koşullarda oluşur, bir jet motoru nasıl çalışır, bunları bilmeyen ya da açıp da İnternetten okumayan kişiler, insan doğası gereği, korkularını destekleyen haberlere kulak kabartırken, teoriyi yanlışlayan görüşleri fazla dikkate almazlar. Cehalet korkuyu, korku da sahte komplo teorilerini besler.

‘Kuşku’ da insanların komplolara inanmalarını kolaylaştırır. Dünyanın hemen her yerinde insanlar devlet kurumlarına, büyük şirketlere ve ana akım medyaya (haklı olarak) kuşku ile yaklaşırlar. Sahte komplo teorileri yayılırken de mutlaka bu kuşkulardan faydalanır, “arkasında şu devlet/şirket var” ya da “medya bundan bahsetmiyor” gibi yorumlar ön plana çıkartılır.

Sahte Komplo Teorilerini Nasıl Anlayabiliriz?
Hawaii adalarındaki isyanı önleyen chemtrail'lar(!)

Hawaii adalarındaki isyanı önleyen chemtrail’lar(!)

Gerekli bilimsel donanıma sahip olmasak da bir çok komplo teorisini mantığımızda tartabiliriz. Örneğin, yoğunlaşma izlerinin dünyanın her tarafında yıllardır görülmesi, ve bir komployu dünyanın her tarafında uygulayabilmenin pratikteki zorluğu, chemtrails teorisini savunmayı ve ona inanmayı zorlaştırıyor.

Örneğin, Amerika’da yayın yapan bir İnternet sitesinde, Türkiye’de de chemtrail’lar olduğunun ispatı olarak, bir kaç sene evvel İstanbul’un Dilovası mevkiinde havaya yayılan beyaz madde gösterilmiş.[4] Halbuki bir Türk’e sorsalardı, Dilovasında üretim yapan firmaların neden olduğu muazzam çevre felaketlerini öğrenir, olayın uçaklarla falan bi alakası olmadığını anlarlardı. Dilovasında yaşayan insanlar zaten yerli malı chemtrail’ın en güzeline sahipler(!)

Diyelim Türkiye’de ikinci bir Gezi Parkı protestosu olmasın diye biber gazı değil de chemtrails kullanıp insanların beynini uyuşturacaklar. Peki Finlandiya gibi oldukça huzurlu ve sakin bir ülkede ne işi olur chemtrails’ın? Ya da Hawaii Adalarında yayılmış yatan bir turiste chemtrail’ın ne etkisi olacak? Eğer amaç insan nüfusunu azaltmaksa, Moğolistan gibi ıssız bir ülkede gaz harcamaya değer mi?

Sonuç

Amerika gibi 10 milyondan fazla mühendis ve bilim insanının buluduğu, bilim altyapısı sağlam bir ülkede 3-5 delinin birilerini kandırması pek ciddiye alınmayabilir. Ancak bilimsel düşüncenin hala yaygın olmadığı, bilim insanlarının kelaynaklar gibi göçme ve tükenme riski olduğu Türkiye gibi ülkelerde durum daha farklıdır. (Türkiye’de temel bilimler eğitiminin kötüleşen durumunu anlatan güzel bir yazıyı şurada bulabilirsiniz.) Normalde bir ortaokul öğrencisinin rahatlıkla çürütebilmesi gereken bu tip komplo teorileri, eğitim sistemi zayıf ülkelerde ciddi miktarda yayılabiliyor.

Chemtrails safsatası henüz Türkiye’de çok yaygın değil, ancak yine de bu deli saçmasına inananlar var.[5] Bu yazıda chemtrails savunucularının bütün “delillerine” değinmedik, zira o deliller de yalan yanlış bilgilerden ibaret. Ancak umarız Yalansavar’ın bu yazısı, bir aşı gibi, chemtrails safsatasının daha fazla yayılmasını engeller.

Yazımızı sonlandırmadan önce tekrar vurgulayalım: Komplolar vardır, ve bunları açığa çıkartmak için ortaya iddialar atılabilir. Ancak bu iddiaların biraz mantıklı ve mesnetli olması lazım. Dünyanın dört bir yanından binlerce insanın oturup bir komplo hazırlamaları ve bunu onyıllarca gizlice uygulamaları pratikte neredeyse imkansızdır.  

Kaynakça:

  1. http://science-edu.larc.nasa.gov/contrail-edu/science.php
  2. http://www.chemtrails911.com/intro_to_chem.htm
  3. http://io9.com/is-that-reflective-cloud-about-to-poison-you-and-change-1638680856
  4. http://www.naturalnews.com/034233_Turkey_chemtrails.html
  5. http://www.gidahareketi.org/Korkunc-Bir-Canavarlik-Daha–Insan-Cok-Oldurelim–1043-haberi.aspx

Komplo Teorilerinin Son Kullanma Tarihi

$
0
0
Komplo-Teorisi-1

Komplo teorilerinin de bir son kullanma ya da son kıllanma tarihi var.

İyi tüketiciler olarak marketlerin rafları arasında dolaşırken almak istediğimiz ürünlerin kapaklarındaki, kutularındaki o sihirli SKT kısaltmasını kontrol ederiz bir çoğumuz. Son kullanma tarihi geçmiş ürünleri üreticisine şikayet eder, 2 – 3 gün sonra kullanma tarihi geçecek ürün yerine daha raf ömrü olan kutulara yöneliriz. Komplo teorilerinin de bir SKT’si var. Yeni yayınlanan bir matematiksel model, bir komplo teorisinin ne zaman bayatlayacağını hesaplamamızı sağlıyor.

26 Ocak 2016’da PLOS ONE dergisinde yayınlanan bir makalede Oxford’lu fizikçi D. Robert Grimes tam da bunu yapıyor: komplo teorilerinin iddiaları gerçek olsaydı bu iddiaların ne kadar süre içinde doğrulanmış olması gerektiğini tahmin eden bir matematiksel modeli bize anlatıyor. Diğer bir deyişle komplo teorilerinin tahmini Son Kullanma Tarihi’ni veren bir yöntemden bahsediyor.

Grimes’ın geliştirdiği modelin ana fikri şu: Bir komploya ne kadar çok insan katılırsa, komplonun eninde sonunda ortaya çıkma ihtimali o kadar yüksektir. Fizikçi iki temel varsayımdan hareket ediyor. Bu varsayımlar:

  1. Komplonun içinde yer alan bireyler komploda içindeki aktivitelerini saklamaya çalışırlar.
  2. Komplo içinde yer alan bireylerden birinin istemli ya da istemsiz olarak dışarı bilgi sızdırması komplonun ortaya çıkarılması için yeterlidir.

Ayrıca fizikçi komplonun açığa çıkması için gerekli süreyi hesaplayan modelini kurarken komploya dahil olmayan bireylerin çabalarını özel olarak hesaba katmıyor. Yani ortada bir aşı komplosu varsa bu komployu açığa çıkarmaya çabalayan aşı karşıtlarının aktivitelerini hesaba katmıyor, sadece komploya katkıda bulunan bireylerin sayısını ve hata yapma olasılıklarını hesaplıyor. Aktivistlerin çabaları da hesaba katılırsa elbette komplonun raf ömrü daha kısa olacaktır. Bu model “iyimser” bir tahmin veriyor.

Bu modele göre çok bilinen 4 adet komplo teorisinin (aşılar ilaç şirketlerinin oyunu, kanserin tedavisini saklıyorlar, aya inilmedi, küresel ısınma yalan), eğer doğru olsalardı, çoktan doğrulukları ispatlanmış olması gerektiği sonucuna ulaşıyor Grimes. Ama daha durun buraya tekrar döneceğiz.

Komplo teorisi, “teori” kelimesinin akademik anlamı dışında “bilimsel olarak test edilmemiş öznel varsayımlar ve iddialar” olarak kullanıldığı bir kavram ve genellikle sıradışı, yanlışlanamaz ama yanlıştır anlamına sahip. Çoğunlukla aşağılayıcı bir alt metin içeriyor. Makalesinde Grimes komplo teorisi kavramını

Bir olayı ya da bir eylemi güçlü insanların, en azından amaçlarına ulaşana dek, bir araya gelerek kendi etkilerini saklama çabası ile açıklama uğraşı

olarak tanımlıyor. Ancak Grimes komplo teorilerinin hepsinin yanlış olmadığını belirtiyor. Zaten matematiksel modelinin gerçeğe yakın olması için zamanında “komplo teorisi” denmiş ancak daha sonra iddiaların doğru olduğu ispatlanmış 3 farklı olaydan yola çıkarak parametrelerini belirliyor:

  • Edward Snowden tarafından ortaya çıkarılan Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı’nın e-posta ve haberleşmeyi kontrol etmesi ve izinsiz gözlemesi vakası
  • Tuskegee frengi deneyi
  • Yine Amerikan Federal Soruşturma Bürosunun kriminal laboratuvarının bazı yöntemlerinin bilimsel olmadığına dair iddiaların üstünün örtülmeye çalışılması

Yukarıdaki bahsedilen olaylardan yola çıkarak komploya karışan insanların yıl başına istemli ya da istemsiz olarak bilgi sızdırması olasılığını hesaplayan fizikçi bulduğu en düşük değer olan p=4.09 x 10-6 olasılığı (p=0.00000409) ve komploya katıldığı varsayılan kişi sayıları ile yukarıda bahsettiğimiz 4 komplo teorisini incelemiş. 4 komplo teorisinin de doğruluğunun %95 ihtimalle gösterilmiş olması için gerekli süreyi hesaplamış. İşte sonuçlar.

Aya inilmedi. NASA uyduruyor.
Komploya katıldığı varsayılan kişi sayısı: 411,000 (1965’te NASA’da çalışanların sayısı)

moonGrafik zaman içinde komplonun açığa çıkma ihtimalini gösteriyor. Yaklaşık komplonun kuruluşundan 3.68 yıl içinde aya gerçekten inilmediğinin %95 olasılıkla ispatlanmış olması gerekiyordu modele göre. Yani eğer Apollo 11 aya inmemiş olsa bunu en geç 1973 yılı başlarında, hadi bilemediniz 1975’te kesin olarak biliyor olmalıydık.

Aşıların zararlı olduğu, hastalıklara yol açtığı ve bunun saklandığı iddiası. Genel olarak aşılarla ilgili aşı karşıtı hareket içindeki endemik korkutucu iddialar ve otizm – aşı ilişkisi.

Komploya katıldığı varsayılan kişi sayısı:
Sadece Amerikan resmi sağlık kurumlarında çalışanlar: 22,000
İlaç firmalarında çalışanların da komploya dahil olduğunu varsayarak: 714,000

vaxGrafikte kırmızı noktalı çizgi sadece Amerikan kamu sağlık kurumlarında çalışanların komploya katıldığını, diğer ülke sağlık kurumlarının ve ilaç şirketleri çalışanlarının komplo dışında olduğu varsayımı ile oluşturulan eğri. İlk aşılama kampanyası sırasında komplo kurulmuş ise 10. yılda %40, 20. yılda yaklaşık %80, 35 yılda ise %95 olasılıkla komplocuların ortaya çıkmış olması gerekiyordu. Yani Jonas Salk’ın başarılı aşı kampanyasının yapıldığı 1955’ten bugüne (51 yıl) aşı ile ilgili iddia edilen komploların bir kaç kere ortaya dökülmüş olması gerekiyordu. Hele bir de diğer ülkelerdeki sağlık çalışanlarını da sayıya eklemiş olsaydık bu süre çok daha kısalırdı. Yalansavar okuyucuları bu iddiaların yanlış olduğunu biliyor ama olsun.

Mavi eğri ise şunu gösteriyor: Eğer ilaç firmalarının çalışanları da aşı komplosuna katılıyor olsalardı 3.15 yıl gibi bir sürede aşılarla ilgili komplo teorilerinin doğrulanması gerekiyordu. Aşı karşıtı hareketin 714,000 çalışan içinde bir tane vicdanlı birey bulamamış olması şaşırtıcı (!).

Küresel Isınma diye bir şey yok. Araştırma fonu almak isteyen akademisyenlerin uydurması.

Son zamanların popüler komplo teorisine katıldığı varsayılan

aktif iklim bilimcilerin sayısı: 29,083
küresel ısınmanın gerçek olduğunu kabul eden bilimsel kurumların üye sayısı: 376,000

climateGrimes yine iki farklı eğri ile komplonun ortaya çıkma olasılıklarını göstermiş. Sadece aktif iklimbilimciler komplonun parçası ise kabaca 27 yılda komplonun gerçekliği ortaya red edilemez şekilde gösterilmeliydi. Hele bilim kuruluşlarının üyeleri de bilimsel gerçekleri çarpıtıyor olsa idi 4 sene içinde komplo açığa çıkmalıydı. Maalesef 1900’lerin başından beri sera gazlarının etkisini, dünyadaki iklim değişikliklerini çalışan bir vicdanlı biliminsanı ortaya çıkıp komployu açık etmemiş.

Kanserin tedavisini buldular ama ilaç şirketleri, çıkar grupları daha fazla kar için bunu saklıyorlar.

Eh bu komploya sadece ilaç firmalarının çalışanlarının dahil olduğunu varsayarsak yaklaşık 714,000 komplocu var.

Grimes’ın modeline göre 4 yıldan az bir sürede kanserin bir tedavisi olduğu ve bunun saklandığı açığa çıkmalıydı.

cancerGrimes’ın modeline göre bir komplonun içinde yer alan birey sayısı ne kadar yüksekse komplonun iddialarının gerçek olduğunun açığa çıkması o kadar kısa sürüyor. Aşağıdaki tabloda Grimes komplonun kurulduğu tarihten itibaren komplonun %95 olasılıkla açığa çıkması için komploya katılması gereken en fazla birey sayısını göstermiş. 2500 kişinin parçası olduğu bir komplo, eğer doğruluğu gösterilmemişse, 5 yılda raf ömrünü dolduruyor.

%95 Eşiğinin altında kalınması için gerekli en fazla komplocu sayısı
Yıl Komplocu Sayısı
5 2531
10 1257
15 838
20 628
25 502
30 418
40 313
50 251
100 125

Velhasıl-ı kelam Oxford’lu fizikçi Grimes komplo teorilerinin raf ömrünü belirlemek için bir matematiksel model geliştirmiş. Komplo teorilerinin ortak özelliklerinden ve genel geçer tanımlarından yola çıkarak geliştirdiği modelin her komploda çalıştığını söylemek için çok erken. Ama Grimes’ın çalışması bize bilim karşıtı iddiaları değerlendirirken kullanabileceğimiz bir araç sunuyor:

  1. Komplonun parçası olan kişi sayısını tahmin edin
  2. Yukarıdaki tablodan kaç yıl içinde komplonun doğruluğunun ispatlanmış olması gerektiğini bulun.
  3. Bulduğunuz yıldan komplo teorisinin ilk ortaya atıldığı yılı çıkarın. Eğer aradaki fark 2. adımdaki sayıdan büyükse o komplo teorisini üreticisine şikayet edin. Değilse konuyu derinlemesine araştırın😀.

Kaynaklar:

  1. On the Viability of Conspiratorial Beliefs, David Robert Grimes, PLOS ONE

Meraklısına:

  1. PRISM
  2. Edward Snowden
  3. Tuskegee Frengi Deneyi
  4. FBI Skandalı
  5. Komplo Teorileri Yazı Dizisi 1, 2, 3, 4, 5
  6. Aşılar ve Komplo Teorileri Dizisi 1, 2, 3

Yenimahalle’nin esrarengiz(!) Sayısal Loto başarısı

$
0
0

Önceki bir yazıda loto ve piyango gibi çekilişlerdeki “manidar” yapıların aslında rastgeleliğin normal bir özelliği olduğunu yazmıştım. Dünyanın her yerinde çok ilginç tesadüfler ortaya çıkıyor. Gerçek rastgelelik içinde böyle ilginç şeylerin ortaya çıkmasını da bekleriz zaten. Ama insan zihni rastgeleliği kabul edemiyor. Her olgunun altında yatan bir düzen arıyor; bulamazsa hayal ediyor.

Buna rağmen bazı şeyler o kadar üstüste geliyor ki, insanın gözü, aklına isyan ediyor. “Gerçekten de işin içinde birşey mi var acaba?” demeye başlıyor insan. Mesela değerli okurumuz jerfi’nin gönderdiği ilginç haber gibi:

Dün gerçekleştirilen Sayısal Loto çekilişinde büyük ikramiye bir kez daha Ankara Yenimahalle’ye çıktı. Dünkü ikramiye ile son üç yılda Ankara Yenimahalle 18’inci kez büyük ikramiyeyi kazanmış oldu….

Yenimahalle daha önce de son üç yılda 17 kez şans oyunlarını kazanmasıyla gündeme gelmişti…. Yenimahalle son olarak 18 Haziran 2016 tarihli sayısal loto çekilişinde 1 milyon 368 bin liralık ikramiyeyi kazanmıştı…

Haydaa! “Lotoda kazanma formülü palavradan ibaret” demiştik. Lafımızı geri mi almamız gerekecek?

Konuyu geçtiğimiz Haziran ayında Meclis gündemine taşıyan eski CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, “Neden Yenimahalle ve bazı yeni mahalleler sorusunu sormak gerekiyor” demişti.

(Hemen düzeltelim: Haber “geçtiğimiz Haziran ayı” diyor ama Kart’ın beyanı 2012 yılına ait. Muhabirlik artık oradan buradan yazı kopyalamaktan ibaret oldu, ama onu bile doğru yapamıyorlar.)

Merak edip Atilla Kart 2012’de ne demiş diye bakıyoruz:

CHP’li Atilla Kart, TBMM’de yaptığı açıklamada, 14 ve 21 Nisan 2012 ve tarihlerinde aynı kişinin aynı bayiden üst üste iki kez 6 tutturduğunu öne sürmüş ve “Sayısal lotoda 6 tutturma ihtimali 14 milyonda birdir.  Oynanırken hangi rakamların tercih edildiği merkezden görülmekte, seçilmeyen veya az seçilen rakamlar düşürülmektedir. Şans oyunları 21.00’e kadar oynanabiliyor ama çekiliş 22.30’da yapılıyor. 1,5 saatte neler oluyor? Neden naklen çekiliş yayınından vazgeçildi?’’ diye de sormuştu.

Bu Tesadüf Olamaz...”yazısında bundan daha da garip tesadüfleri listelemiştim. Olacak illa ki, rastgeleliğin doğasında var.

Ama buna cevaben Milli Piyango İdaresi ne yapmış? Bir savunma yapmış yapmasına, ama hemen ardından milletvekili Atilla Kart’a tazminat davası açmış. Utanmazlık bu! Milletin temsilcisi, bir devlet kurumu hakkında bir şüpheyi dile getiriyor, ve kurum düzgün bir savunmayla yetineceğine tazminat davası açıyor. Hileye inanmayanın bile inanası gelir bundan sonra.

Böyle bir kurumun avukatlığını yapma niyetim yok, ama sırf şüpheci düşünce egzersizi olsun diye Yenimahalle’nin gerçekten olağandışı derecede şanslı olup olmadığını verilere dayanarak incelemek istedim.

Milli Piyango İdaresi’nin web sayfasında her bir şans oyununun sonuçlarına ulaşmak mümkün. Sayısal Loto çekiliş sonuçları sayfasında istediğiniz haftayı seçerek sonuçları, ve büyük ikramiyenin hangi ilçeye çıktığını görebiliyorsunuz.

Sayısal Loto verileri 1997’ye kadar gidiyor, ama il/ilçe bilgisi 2012’de başlıyor. Bunları elle tek tek toplamak çok vakit alıcı bir iş. O yüzden, tarayıcıyı otomatik çalıştırıp her bir haftanın verilerini okuyan ve depolayan bir program yazdım. Böylece 1 Ocak 2012’den 13 Ağustos 2016’ya kadar, büyük ikramiye çıkan bütün ilçelerin listesini elde ettim. Sonra bu listeyi işleyerek her bir ilçenin Sayısal Loto’da kaç kere kazandığının çetelesini çıkardım. İşte en şanslı ilçeler:

İlçe Sayısal Loto büyük ikramiye sayısı
Yenimahalle (Ankara) 9
Kadıköy (İstanbul) 9
Çankaya (Ankara) 8
Karşıyaka (İzmir) 8
Konak (İzmir) 6
Fatih (İstanbul) 6
Bornova (İzmir) 5
Bahçelievler (İstanbul) 5
Şişli (İstanbul) 5

Ankara Yenimahalle sahiden de en şanslılardan. Sayısal Loto büyük ikramiyesi tam dokuz kere  bu ilçeden satılan biletlere isabet etmiş (yukarıdaki haberde geçen onsekiz sayısı yanıltıcı; farklı çekilişlerin sonuçlarını bir araya topluyor). Ama bu tek başına birşey ifade etmez; başka ilçelerin şansına da bakmak lazım. Nitekim İstanbul’un Kadıköy ilçesi de eşit derecede şanslı. Oraya da tam dokuz kere büyük ikramiye çıkmış.

Tabloda görüldüğü gibi Çankaya, Karşıyaka, Konak, Fatih, Bornova, Bahçelievler ve Şişli de şanslı ilçeler. Uzatmayalım, isteyen herkes verilere kendisi bakabilir (ham verilere yazının sonundaki bağlantılardan ulaşılabilir). Görünen o ki, Yenimahalle şanslı, ama olağandışı derecede şanslı değil. Yenimahalle’ye dokuz değil de mesela 15-20 kere büyük ikramiye çıksaydı bir gariplik var diyebilirdik.

Peki diğer şans oyunları? Belki bir hile varsa, farkedilmesin diye başka şans oyunlarına dağıtılmış olabilir. MP sitesinde başka hepsinin sonuçları mevcut. Yazdığım programda küçük bir değişiklik yaparak Şans Topu sonuçlarını derledim ve aynı çeteleyi oluşturdum.

Sonuçlara göre, Şans Topu oyununda Yenimahalle hiç de en şanslılardan değil. Büyük ikramiye en çok Çankaya’ya vurmuş, tam 15 kere. Ondan sonra Fatih geliyor, 14 büyük ikramiye ile. Konak (12) ve Antalya Muratpaşa’nın (11) ardından Yenimahalle ve Kadıköy 9 büyük ikramiye ile şanslılıkta beşinci sıradalar. Yani, Sayısal Loto ve Şans Topu’nu birleştirsek bile, Kadıköy de Yenimahalle kadar şanslı. Çankaya, Fatih ve Konak ise Yenimahalle’den daha şanslı. Dikkat ederseniz bu ilçelerin hepsi büyük ve kalabalık, dolayısıyla çok bilet satılan yerler.

Böylelikle, Milli Piyango’nun verilerinin doğru olduğunu varsayarsak, Yenimahalle’de olağanüstü bir durum olmadığını görüyoruz.

(Herhangi bir ilçenin “şanslı” olup olmadığını anlamak için daha doğru bir yöntem, her ilçede yatırılan kolon sayısını hesaba katan bir istatistiksel test yapmayı gerektirir. Ama MP idaresi bu veriyi yayınlamıyor. Yine de, yukarıdaki karşılaştırma tatmin edici bir cevap sağlıyor bize.)

Peki neden Yenimahalle yıllardır düzenli olarak haberlere konu oluyor da, Kadıköy veya Çankaya’dan bahsedilmiyor? Burada bir çok bilişsel yanılgı ve karıştırıcı etki elele vermiş durumda. İlk başta, şans eseri yakın zamanlara denk düşen ikramiyeler dikkatimizi Yenimahalle’ye çekiyor. Haberlerde ilçenin adını duyuyoruz, daha sonra tekrar oraya bir ikramiye çıktığında “aa, yine mi?” duygusuna kapılıyoruz. Teyit yanılgısı önceki önyargımızı pekiştiriyor. Kadıköy gibi başka şanslı ilçeler unutulurken, Yenimahalle hafızamızda yer ediyor. Bulunabilirlik yanılgısı yüzünden sadece Yenimahalle bu kadar şanslıdır zannediyoruz, ve işin içinde bir bit yeniği arıyoruz.

Zamanla “büyük ikramiye Yenimahalle’ye çıkıyor” düşüncesi basit bir vehmin ötesinde bir gerçeklik kazanıyor. Bu laf yayıldıkça Loto oynayanların bir kısmı, kuponlarını şanslı olduğuna inandıkları Yenimahalle’ye gelip yatırıyorlar. Çok kupon yatırılınca da büyük ikramiye vurma ihtimali artıyor. Böylelikle “şanslı ilçe Yenimahalle” iddiası, kendini doğrulayan bir kehanet haline geliyor. Bu sebepten, gelecek yıllarda Yenimahalle’de daha fazla büyük ikramiye görmemiz mümkün.


Loto’da kazandıran sayılar var mı?

Hazır bütün Loto verileri elimizin altındayken ne yapılır? Tabii ki şanslı sayılar var mı diye bakılır. İşte 1 ile 49 arasındaki sayıların dağılımı.

Göz kararı epey bir değişkenlik olduğunu görüyoruz. Bazı sayılar daha fazla çekilmiş (mesela “38” 150 kere çıkmış), bazıları ise daha nadir (mesela “43” sadece 97 kere çıkmış). En çok çıkan altı sayı, sırasıyla, 38, 18, 21, 16, 1, ve 36. Bu sayıların yaygınlığı zaten iyi biliniyor; Sayısal Loto tüyoları veren sitelerde aşağı yukarı aynı sayıları görüyorsunuz.

Ama hemen Loto bayiine koşup bu sayılarla kupon doldurmayın. Mevcut verilerde bu sayıların daha çok çıktığını görmemiz, bunların kazandıran sayılar olduğunu göstermez. Her türlü rastgele süreçte, çıktılar arasında değişkenlik vardır. Bir zarı 60 kere attığınızda her yüzün tam onar kere gelmesi çok muhtemel değildir. Aynı şekilde, hilesiz bir Loto makinesinden de her topun aynı sayıda çıkması beklenemez.

Soru şu: Dağılımda gördüğümüz bu dalgalanma Loto makinesinin hileli olmasından mı kaynaklanıyor, yoksa makine hilesiz iken görmeyi beklediğimiz değişkenlikten mi ibaret sadece? Birinci durumda şanslı numara diye bir şey vardır, ikinci durumda yoktur.

Makineyi fiziksel olarak incelemeden bu soruya kesin bir evet/hayır cevabı verilemez, ama istatistik kullanarak, olasılıklara dayalı bir cevap bulabiliriz. İstatistikte aynı soru şu biçimde sorulur: Loto makinesinin hilesiz olduğunu varsayarsak, veride bu veya daha büyük ölçüde bir değişkenliğin görülmesi olasılığı nedir? (Bu olasılık teknik jargonda p değeri olarak bilinir.) Bu olasılık %5’in altındaysa, Loto makinesinin taraflılığı çok yüksek derecede demektir, bir bit yeniği olması ihtimali yüksektir, hilesizlik varsayımını reddederiz.

İstatistikçilerin bu tarz soruları cevaplamak için çeşitli yöntemleri var. Hatta, doğrudan Loto çekilişlerine uygulanmak üzere hazırlanmış özel yöntemler mevcut. Bu durumda bize gereken, Pearson ki-kare testinin biraz değiştirilmiş hali (Haigh, 1997). Değiştirilmiş halini kullanmamızın sebebi, bir çekilişteki altı sayının her birinin farklı olması mecburiyeti. (Meraklısı işlemin ayrıntılarına ve ham veriye yazının sonundaki bağlantılardan ulaşabilir.)

Ki-kare testini uygun şekilde yaptığımızda p değerinin 0,52 olduğunu görüyoruz. Yani, hilesiz bir Loto makinesiyle bu verideki kadar, veya daha büyük bir değişkenlik elde etme ihtimali %52. Epeyce yüksek bir ihtimal olduğu için Loto makinesinin hileli olduğunu düşünmek için bir sebebimiz yok.

Dikkat, Sayısal Loto’nun hilesiz olduğunu ispatlamış değiliz. Elimizdeki veri bir karar vermek için yeterli değil diyoruz sadece. İstatistikçi John Haigh, Loto oyunlarının hilesizliğini test etmek için birkaç farklı test daha tarif ediyor. İsteyenler, verileri kullanıp bu daha derin testleri yapabilir. Ama bu aşamada Loto’nun hileli olduğunu iddia edecekseniz, iddianızı ya daha fazla veriye ya da farklı istatistiksel testlere dayandırmalısınız.


Bu hesapları aileme anlattığımda gözleri parladı, hatta bu yazıyı yazmayı biraz geciktirmemi bile istediler(!). Ablam en sık görülen altı sayıyı bir kağıda yazıp aldı, hafta sonunda oynama niyetiyle.

Hafta sonu geçtikten sonra, ne çıktı diye sordum. “Normalde iki veya üç sayıyı bilirdim” dedi, “bu sefer bir tanesi bile tutmadı!”

Özetle, Loto’da veya benzer şans oyunlarında sihirli bir formül yok. Kerameti kendinden menkul “araştırmacıların” zorlama hesaplarından çıkan şanslı sayılara güvenerek Loto oynamayın. Lotoya vereceğiniz parayla çocuğunuza bir çikolata veya kendinize bir bira alın, neşenizi bulun. Kumarda kazanan tek kişi, kumarı oynatandır.

(Milli Piyango İdaresi, ekmekleriyle oynuyorum diye bana da dava açar mı acaba şimdi?)


Kaynaklar ve veriler

Haigh, J. (1997), The Statistics of the National Lottery. Journal of the Royal Statistical Society: Series A (Statistics in Society), 160: 187–206. doi:10.1111/1467-985X.00056

Veri toplama usulü ve analizin ayrıntıları: https://nbviewer.jupyter.org/github/mkozturk/sayisal-loto/blob/master/Say%C4%B1sal%20Loto.ipynb

Hafta hafta Sayısal Loto sonuçları ve büyük ikramiye kazanan ilçeler: https://github.com/mkozturk/sayisal-loto/blob/master/sayisalloto.csv

Hafta hafta Şans Topu’nda büyük ikramiye kazanan ilçeler: https://github.com/mkozturk/sayisal-loto/blob/master/sanstopu.csv

.


Katil Kim?

$
0
0

Üzücü haberi akşam eve döndüğünüzde öğreniyorsunuz: Komşunuz Melahat Hanım evinde ölü bulunmuş! Kim o güleryüzlü, karıncayı incitmeyen kadına saldırmış olabilir? Bir kaç gün içerisinde konu komşudan ayrıntılar gelmeye başlıyor: Son yemeğini yediği tabakta fare zehri bulunmuş. Eşini yıllar önce bir belediye çukurunda kaybetmiş bu bahtsız kadının bütün malı mülkü, hayırsız oğluna ve dolayısıyla suratsız gelinine kalacakmış. Oğlu yine yurt dışında bir iş seyahatinde olduğu için, olay günü Melahat Hanım evde geliniyle yalnızmış. Üstelik rahmetli her yerde gelininin huysuzluğundan ve aç gözlülüğünden şikayet edermiş.

Şüpheleriniz yoğunlaşıyor… Beyniniz hemen sizin için noktaları birleştiriyor… .. . Katili buldunuz!

murder

Bu tip soruşturmaları yürüten bir savcı, tahmin, şüphe ve delil arasındaki önemli farkları bilir. Ancak konunun uzmanı olmayan bizler için bu kavramları karıştırmak çok daha kolay. Hatta kimimiz hemen etrafımızı “bilgilendirmeye” de başlarız: “Kesin gelini öldürdü. Yüzde yüz! Eminim abi, başka kim olacak? Miras vaziyetleri…

Eğer bu tip hataların sadece mahalle dedikoduları seviyesinde kaldığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Sayıları ve ölçekleri gün geçtikçe artan komplo teorilerinde karşılaşılan başlıca yanılgılardan birisi budur: Şüphe ve delil arasındaki farkları göz ardı ederek bir hükme varmak. Başta politikacılar, köşe yazarları ve televizyon programlarında boy gösteren uzmanlar olmak üzere, ülkemizin kanaat önderleri sık sık bu hataya düşerler.

Önce bu tip yanılgılara sebep olan safsatalardan bazılarına değinelim. Yazının devamında ise bu safsataların nasıl komplo teorilerine dönüştüğüne bakacağız.

Cui Bono?

Yukarıda katili bulmak için kullandığımız mantığa Latince tabiriyle Cui bono? (Türkçesi ‘Kimin yararına?’) denir.[1] Yani bu cinayet kimin işine yaramıştır? Her kim en çok kazanım elde ettiyse suçlu o kişi olmalıdır!

mahkemeElbette bu şekildeki bir çıkarım safsata olacaktır: Cui bono şüphelileri belirlemek için iyi bir yöntemdir, ancak birini suçlamak için kullanılamaz. Suçlamayı ancak deliller ya da tanıkların ifadeleriyle yapabilirsiniz.

Örneğin, İstanbul’da köprü trafiğinin tıkanmasından en çok kar edenler herhalde seyyar satıcılar, benzinciler ve radyo istasyonlarıdır. Bu durumda onları trafiğe sebep olmakla suçlayabilir miyiz?

Öncüllük Safsatası

Post hoc ergo propter hoc’ olarak da bilinen öncüllük safsatası, insan beynindeki kısayolların çok sık kullanılan bir örneğidir. Kısayolların temelinde ise, bir kararı çabuk ve olabildiğince az enerji harcayarak alma isteği (ya da avantajı) yatar.[2] Çabuk karar almak bazı durumlarda size hayati bir avantaj sağlar. Rakibiniz düşünedursun, siz hemen öne geçersiniz. Üstelik her karar alışınızda uzun uzadıya bütün ihtimalleri düşünmek sadece zaman değil, aynı zamanda enerji kaybıdır da. Öncüllük safsatası, kolay karar almanızı sağlayan bu kısayollardan birisidir ve şu şekilde işler:

  1. Önce A olayı oldu
  2. Sonra B olayı oldu
  3. Demek ki, B olayının sebebi A olayıdır.
  4. (Bazı örneklerde) A olayını önleyebilirsek B olayını da önleyebiliriz [3]

Örnek: Bilgisayarınıza yeni bir program yüklediniz (A olayı). Kısa bir süre sonra bilgisayarınız beklenmedik hatalar vermeye başladı (B olayı). Bu durumda beynimiz hemen “yeni program bu hatalara sebep oluyor” şeklinde bir ihtimali değerlendirmeye başlar. Hatta “yeni programı sileyim, belki hatalar da kaybolur” şeklinde bir çözüm de aklınıza gelebilir.

Bilgisayardaki hatanın sebebi yeni program olsun ya da olmasın, bu çıkarım bir safsata örneğidir, çünkü önce olmuş bir olay sonraki olayların sebebi olmak zorunda değildir (belki bir elektrik arızası olmuştur, veya internetten virüs bulaşmıştır). Daha önceki bir yazımızda da ayrıntılı olarak belirtmiştik: Safsata, akıl yürütme sürecinde ortaya çıkan bir durumdur. Çıkarımın kendisi (mesela, “yeni program bu hatalara sebep oluyor”) doğru olabilir, ancak bu çıkarımı sadece olayların sırasına bakarak yapmamız bir safsatadır.

horozYukarıdaki örnekte çıkarım safsata da olsa akla yatkın geliyor. Peki ya örneği ‘horozların ötmesi’ ve ‘güneşin doğması’ olarak değiştirirsek? Güneşin her sabah horozlar öttükten sonra doğduğunu gözlemliyoruz. Peki güneşin doğma sebebi horozlar mıdır? Bu örnekte çıkarım safsata olacağı gibi, kulağa da hiç mantıklı gelmiyor.

Havaların sıcak olduğu bir dönemde deprem olursa, veya apartmana yeni bir komşunun taşınmasının ardından hırsızlık olayları görülmeye başlanırsa, ya da kazanan o piyango biletini almadan hemen önce bir kuş kafamıza pislediyse, beynimiz hemen olaylar arasında benzer neden-sonuç ilişkileri kurar. Çoğu kez farkına dahi varmadan kurduğunuz bu ilişkileri bilinçli bir şekilde sorgulamazsak sık sık yanlış hükümlere varırız.

Artçıllık Safsatası

Öncüllük Safsatasının tersi olan Artçıllık Safsatasında çıkarım şu şekildedir:

  1. B olayı, A olayından sonra oldu
  2. Demek ki A olayı, B olayını gerçekleştirebilmek için tezgahlandı [4]

pearlharborattackÖrnek: Amerika Birleşik Devletlerinin 2. Dünya Savaşına girişi (B olayı), Japonların 1941 yılı sonunda Pearl Harbor’daki Amerikan üslerine saldırması (A olayı) ardından gerçekleşmiştir. Demek ki Pearl Harbor saldırısı (ya da Amerika’nın önlem almaması), Amerika’yı savaşa sokmak için tezgahlanmıştır.

Yukarıdaki iddia gerçek olabilir ya da olmayabilir (bildiğimiz kadarıyla ikincisi). Sadece olayların sırasına bakarak böyle bir iddiada bulunmak ise bir safsata örneğidir.

Tarihçinin Safsatası

Bir insanın geçmişte aldığı bir kararı değerlendirirken, o kişinin bizim bugünkü bilgimize ve bakış açımıza sahip olmadığını gözden kaçırırsak bu, tarihçinin safsatasına bir örnek olacaktır.[5]

Pearl Harbor örneğine tekrar dönersek: “2. Dünya Savaşı’na girmek ABD’nin sonradan dünyaya hakim bir süper güç olmasının yolunu açtı. Ama savaşa girmek için halkı ikna etmek lazımdı, o yüzden Pearl Harbor saldırısına izin verildi” şeklindeki çıkarımı düşünelim. Böyle bir olasılık mümkündür, ama ihtimali düşüktür. O dönemde yaşayan karar alıcılar, bırakın sonradan süper güç olacaklarını, savaşı kazanıp kazanamayacaklarını bile önceden bilemezlerdi.

istanbul-isgalYa da İstanbul’un 1. Dünya Savaşı bitimindeki işgalini ele alalım: “Neden İtilaf Devletleri İstanbul’u işgal ettiler ki? Eğer işgal etmeselerdi, bir çok İstanbullu Anadolu’ya kaçıp Mustafa Kemal’e katılmazdı” denirse bu bir safsata olacaktır. Çünkü İtilaf Devletleri işgal kararını alırken, Mustafa Kemal’in ileride kazanacağı askeri ve diplomatik başarıları, bir kaç ay sonra kendi içlerinde çıkacak ihtilafları ve 1918 sonrasında ortaya çıkacak başka bir sürü gelişmeyi bilmiyordu. Bugün 100 sene öncesine dönüp, İtilaf Devletlerinin bu kararını değerlendirirken, karar alıcıların geleceği görme yetilerinin olmadığını unutmamalıyız.

Elbette burada öngörülü, hesaplı, stratejik kararlar alabilen birey ve kurumları yok sayıyor değiliz. Ancak öngörüsü en güçlü kişiler dahi, çok sayıda insanın aldığı muazzam sayıda karar (ve çoğu kez de tesadüfler) tarafından çizilen bir geleceği kesin olarak kestiremezler.

İnsanlar stratejik düşünerek gelecekte ortaya çıkacak yeni gelişmelerden karlı çıkma olasılıklarını arttırabilirler. Ancak geçmişte birilerinin yaptığı planların, geleceği adeta biliyormuşçasına sürekli doğru çıktığı iddia ediliyorsa, muhtemelen bir safsata ile karşı karşıyasınızdır.

Bugüncülük

Bugüncülük aslında bir safsata değil, ön yargılı bir bakış açısıdır. Geçmişte olmuş olaylara ve geçmişte yaşamış insanların aldıkları kararlara, bugünün bakış açısı ve değer yargıları ile bakmayı ifade eder.[6]

slaveryÖrneğin, kölelik sistemi günümüzde hemen herkes için ahlaken kesinlikle kabul edilmeyen bir durum iken, bir kaç yüzyıl öncesine kadar dünyanın hemen her yerinde görülen bir uygulamaydı. Tarihte düşündüklerine ya da söylediklerine saygı duyduğumuz bir çok düşünürün, yaptıklarına hayran olduğumuz bir çok kahramanın köleleri de vardı.

Zaman içerisinde kelimelerin de anlam ve kullanımları değişir. Söz gelişi, Amerikalı yazar Mark Twain (1835-1910) eserlerinde, Afrika kökenli Amerikalılara yönelik çok kaba ve ırkçı bir terim sayılan ‘nigger’ kelimesini sık sık kullanır, çünkü bu kelime o zamanki gündelik dilin bir parçasıydı. Ama Mark Twain ırkçı değildi, hatta zencilerin eşit haklarını savunan ilerici bir yazardı.[7]

Geçmişe bugünün değer sistemleri içerisinden bakarsak, herhalde tarihe adını yazdırmış insanların çoğunu ahlaksız olarak nitelemek zorunda kalırız. Elbette, geçmişte yapılmış yanlışların ya da işlenmiş suçların böyle bir bahaneyle hoş görülmesini savunuyor değiliz. Buradaki temel hatırlatma, tarihi olaylara bakarken, o dönemin değer yargılarının, dilinin, kültürel kodlarının ve toplumsal sistemlerinin bugünkülerden farklı olabileceklerini gözden kaçırmamamız gerektiğidir.

Komplo Teorilerine Doğru

Şimdi başlangıçtaki vakaya geri dönebiliriz: Ortada ölü bir Melahat Hanım var. Katil kim?

Eğer bir olayın sadece sonucuna bakarak sebebini kestirmeye çalışıyorsak, elbette gelini ve/veya oğulu suçlu bulacağız, çünkü bu ölümden en çok kar eden kişiler onlar görünüyor.

Tebrikler, nur topu gibi bir komplo teorimiz oldu! Belki dünyayı kurtaracak bir teori değil, ama mahalleyi derinden sarsacaktır. Burada ‘cui bono?’ safsatasıyla akıl yürütmüş olduk.

obamaBir başka komplo teorisi örneği: Bir çok Amerikalı, 2008-2016 yıllarında başkanlık yapan Barack Obama’nın, aslında Amerika’ya zarar vermeye çalışan biri olduğuna inanmaktadır. Bunun sebeplerinden birisi, Obama döneminde ekonominin kötü bir performans göstermiş olmasıdır. Bu örnekte komplo teorisinin bir argümanı öncüllük safsatasıdır: “Önce Obama geldi, sonra ekonomi kötüleşti. Demek ki sebep Obama’dır.” (Oysa daha Obama başkan seçilmeden bir ay önce Amerika ve küresel ekonomi, 1930’lardan bu yana görülmüş en ağır finansal krize girmişti.)[8]

Buraya kadar cui bono, öncüllük ve artçıllık safsataları ve tarihçinin safsatasının nasıl komplo teorilerine dönüşebileceklerinin kısa örnekler verdik. Şunu da hemen ekleyelim: Elbette komplolar vardır, insanlar değişik amaçlar için komplolar tezgahlarlar.

Ancak Yalansavar’ın önceki yazılarında da gösterdiğimiz gibi, tezgahlanan bu komplolar çoğu kez işe yaramaz ya da yarıda kalır, evdeki hesap çarşıya uymaz. Bazen komployu yürüten kişiler beceriksiz ya da kaypak çıkarlar. Bazen komployu uygulamaya geçene kadar başlangıçtaki şartlar ya da muhataplar değişir, hatta başka komplolar devreye girebilir. Komplo sürecinin uzunluğu ve bu süreçte bulunacak insan ve olay sayısı arttıkça, planlarda bir şeylerin ters gitmesi ihtimali de artar. 3 sene içerisinde gerçekleştirilecek bir komplonun gizlenme ve başarılı olma ihtimali, 3 hafta sürecek bir komploya göre daha az olacaktır. 300 kişinin arasında geçen bir komplo sürecinin gizlenme ve başarılı olma ihtimali de, 3 kişinin dahil olduğu bir sürece göre yine daha azdır.

Dolayısıyla cui bono, öncüllük ya da artçıllık safsatası gibi safsataları kullanarak ortaya atılan komplo teorilerine karşı her zaman şüphe ile yaklaşmalıyız. Böyle iddialar ilk başta kulağa mantıklı gelseler de, somut delillerle desteklenmedikleri sürece sadece bir iddia olarak kalmalıdırlar.

Bu safsatalara ilaveten, komplo teorisyenleri hemen her zaman olaylara tümevarımcı değil, tümdengelimci bir düşünce yöntemi ile yaklaşırlar. Şimdi biraz da bu farktan bahsedelim.

parmakiziİyi bir tarihçi olayları tümevarım yöntemi ile kurgular: Başlangıçta bir fikri olsun olmasın, önce güvenilirliği test edilmiş yöntemlerle araştırmasını yapar, bulgulara ulaşmaya çalışır, ve ayrıca o bulguların güvenilirliğini de sorgular. Olaylar ve insanlar arasındaki ilişkileri ortaya çıkartmaya çalışır. Daha sonra boşlukta kalan noktalar hakkında, elinde var olan bilgilere bakarak bir öneri geliştirir. Bütün bu süreç boyunca yeni bulgular ışığında daha önceden sahip olduğu fikirler de değişebilir. Bu şekilde geçmişteki bir dönemi anlatmaya ve anlamlandırmaya çalışır.[9]

contrailKomplo teorisyenleri ise bunun tam tersini yaparlar. Yani ilk adım, bulgulara ulaşmaya çalışmak değil, anlam ya da ideolojidir. Komplo teorisyeni yola çıkarken zaten araştıracağı dönemi çoktan kafasında anlamlandırmıştır. Mesela, “Kocaeli depremini dış mihraklar çıkartmıştır”[10], ya da “birileri uçaklardan havaya zehirli gazlar (chemtrails) püskürtmektedir”.[11] Komplo teorisyeni fikrini oluşturmuştur ve değiştirmek gibi bir niyeti yoktur.

İkinci adımda hipotezini doğrulayacak bir geçmişi yaratmaya koyulur. Onaylama ön yargısının etkisiyle, hipotezini doğrulayan kişileri ve olayları seçerken, kendi anlamlandırmasıyla çelişecek bulguları, çoğu kez farkında bile olmadan, atlar.

Werner Altnickel

Mesela, chemtrails komplo teorisinin kaynaklarının başında “eski bir Greenpeace çalışanı olan Werner Altnickel” adında bir Alman gelir. Greenpeace’in doğayı korumak adına bir çok devlete kafa tuttuğunu düşünen insanlar için bu sağlam gözüken bir kaynaktır.[12] Ancak komplo teorisini yayanlar, Greenpeace’in bu iddiayı dikkate dahi almadığını belirtmezler. [13][14]Enerji ve vakit ayırıp, chemtrails iddialarını net bir şekilde çürüten bilim insanlarının ise adı bile geçmez.[15] Burada amaç, bulgulardan yola çıkarak bir hikaye oluşturmak yerine, daha baştan kafada yaratılan hikayeyle uyumlu kişi ve olayları aramaktır.

Duvardaki rastgele lekeleri bir yüze benzetip, sonra o yüzü her zaman görmekten kendimizi alamamamız gibi, komplo teorisyeni de oluşturduğu hikayeyi hiç bir zaman değiştiremez.

tuskegee

Tuskegee Frengi Deneyi

Çok az sayıda komplo teorisyeni hikayeyi oluştururken kendini safsata ve ön yargılardan korumayı başarabilmiştir. Bu kişiler de çoğunlukla söz konusu konunun uzmanlarıdır ve geçmişte bir çok komployu ortaya çıkartmışlardır. Örneğin, Peter Buxtun adlı bir epidemiyoloji uzmanı, 1966 yılında, fakir zenci erkeklerin ABD Sağlık Bakanlığı tarafından etik olmayan bir şekilde denek olarak kullanıldığını ve öldürüldüğünü iddia etmiş, ve 6 yıllık bir mücadelenin sonunda büyük bir skandalı ortaya çıkartmıştır.[16]

Öte yandan, günümüzde gazetelerde ve sosyal medyada okuduğunuz bir çok komplo teorisi, delillerden yola çıkarak gerçeği ifşa etmek yerine, şüphe ya da ön yargılar üzerine kurgulanmış bir hikayeyi yanlış ya da eksik bilgilerle desteklemeyi hedefler.

Hele bir de bugünden geriye bakarak, bundan uzun yıllar önce gerçekleşmiş bir olay içerisinde komplo aranıyorsa, Tarihçinin Safsatası ya da Bugüncülük yanılgıları da devreye girer.

Bir komplo iddiasının kurulduğu yöntem ve yukarıda bahsettiğimiz safsata ve ön yargıların ayırdında olmak, bize o hikayenin gerçek mi yoksa bir uydurma mı olduğu hakkında önemli ipuçları verebilir.

privacyTabi kimi insanlar bu uydurma hikayelere inanmaya hazırlardır. Var olan ön yargılarımızı besleyen hikayeleri okumak bizleri rahatlatır, tarihi oluşturan karmaşık ilişkileri basitleştirerek önümüze daha kolay anlaşılan alternatif gerçeklikler koyar, kendimize olan güvenimizi arttırır. Komplo teorilerinin, hemen hiç sorgulanmadan, sosyal medyada bu kadar hızlı yayılmalarının başlıca sebeplerinden birisi, bu teorilerin, tüketicinin zaten var olan inanç ve ön yargılarıyla uyum içerisinde olmasıdır.

Komplo teorileri artık Türkiye’de ve dünyada son derece yaygın, ve gerçeklere ulaşmamızın önüne ciddi engeller çıkartmaktalar. Dolayısıyla bu konuyu işlemeye ileriki yazılarımızda da devam edeceğiz.

Hala yazının başında uydurduğumuz olayın sırrını merak ediyorsanız, size 2014 yılında Kocaelinde yaşayan bir ailenin, gelinin yemeğe yanlışlıkla isot yerine fare zehri dökmesi sonucu ölümden döndüğünü hatırlatalım.[17] Kim bilir, belki de Melahat Hanım bir cinayete değil, bir kazaya kurban gitmiştir!

Kaynakça

1- https://en.wikipedia.org/wiki/Cui_bono

2- Kahneman, Daniel, “Thinking Fast and Slow”, Farrar, Straus and Giroux, 2013

3- Gula, Robert J., “Nonsense”, Axios Press, 2002

4- https://thegerasites.wordpress.com/2014/09/13/the-conspiracy-theorists-fallacy/

5- https://en.wikipedia.org/wiki/Historian%27s_fallacy

6- https://en.wikipedia.org/wiki/Presentism_(literary_and_historical_analysis)

7- https://pen.org/nonfiction/mark-twains-huckleberry-finn

8- http://www.theblaze.com/contributions/latest-gdp-report-proves-that-obama-is-purposefully-destroying-america/

9- Fischer, David H., “Historian’s Fallacies”, Harper, 1970

10- https://bilinmeyenler.wordpress.com/2007/07/07/17-agustos-1999-depremi-bilinmeyen-ve-gizlenen-gercekler/

11- http://www.gidahareketi.org/Korkunc-Bir-Canavarlik-Daha–Insan-Cok-Oldurelim–1043-haberi.aspx

12- http://geokomplo.com/chemtrails-nedir-kimyasal-puskurtmeler/

13- http://www.greenpeace.org.uk/blog/other/greenpeace%E2%80%99s-view-%E2%80%98chemtrails%E2%80%99-20150313-0

14- https://www.greenpeace-magazin.de/ein-himmel-voller-verschw%C3%B6rer

15- http://iopscience.iop.org/article/10.1088/1748-9326/11/8/084011

16- https://en.wikipedia.org/wiki/Tuskegee_syphilis_experiment

17- http://www.gundemkocaeli.com.tr/haber/3368-isot-baharati-sandi-fare-zehiri-doktu

 


Grip ile ilgili doğru bildiğimiz yanlışlar

$
0
0
Kış ile birlikte grip ve diğer soğuk algınlıkları da kapımızı çaldı.

Kış ile birlikte grip ve diğer soğuk algınlıkları da kapımızı çaldı.

Yeni bir kış sezonu ile birlikte, hepimizin yakından tanıdığı davetsiz bir misafir de kapımızı çaldı: Grip.

Gün geçmiyor ki ailemizden, iş veya okul arkadaşlarımızdan biri ya da bizzat kendimiz grip hastalığının pençesine düşmesin. Kendisini hemen hepimizin yakından tanıyor olması  onu hafife almamıza neden olsa da, grip hastalığı aslında yılda yarım milyon insanın ölümüne sebep olabilen, eğitimde ve iş gücünde önemli aksaklıklara neden olabilen oldukça ciddi  bir hastalık.   O nedenle bugünkü yazımızda biraz grip hastalığına değinip, ardından grip hakkında doğru bildiğimiz yanlışlara ışık tutacağız.

Grip ya da nam-ı diğer İnfluenza

Hepimizin solunum yollarını hedef alan pek çok farklı virüs mevcut: adenovirüsler, rinovirüsler, picornovirüsler, enterovirüsler…. Bu tip mikroorganizmaların oluşturduğu enfeksiyonlara topluca üst solunum yolu enfeksiyonu deniyor ve ortaya çıkan kırgınlık, hapşırık, bezen öksürük  gibi belirtiler hem kaptığımız virüsün niteliğine hem de virüsün ana yerleşim yerine göre değişkenlik gösteriyor. Mesela sıklıkla burun mukozamızı mesken tutan rinovirüs enfeksiyonlarında yoğun burun akıntısı ile seyreden nezle oluyoruz. Çoğunlukla ağız alışkanlığı ile bu tip üst solunum yolu enfeksiyonlarının tamamına grip diyoruz. Ancak bu çok doğru bir kullanım değil. Zira gerçek grip oldukça şiddetli belirtilerle seyreden ve influenza tipi virüslerin yol açtığı özel bir üst solunum yolu enfeksiyonu.  Influenza burun, boğaz ve ciğerlere yerleşerek zaman zaman çok ciddi komplikasyonlarla seyredebilen, hatta bazı kişilerde ölüme bile neden olabilen, oldukça bulaşıcı bir virüs.

em_of_influenza_virus

Elektron mikroskopu altında 100.000 kez büyütülmüş grip (influenza) virüsü.

Influenza virüslerinin üç ana tipi var: İnfluenza A,  Influenza B ve Influenza C. C tipi Influenza oldukça hafif enfeksiyona neden olurken, A ve B tipleri her yıl insanlar arasında hızla yayılan mevsimsel grip hastalığına neden oluyor. Influenza A virüsü, en yaygın salgınlara neden olan tip. Bu virüsler üzerlerinde bulunan iki tip proteinin (Hemaglütinin ve Nöroaminidaz) çeşidine göre farklı alt türlere (suşlara) ayrılıyor. H ve N harfleriyle gösterilen bu proteinlerin tiplerine göre virüs suşları H1N1, H3N2, H1N2 gibi farklı isimlerle anılıyor. Mesela 2009 yılında ortaya çıkan domuz gribi salgınından sorumlu olan grip virüsü Influenza A H1N1 virüsüydü.

Influenza virüslerinin bir diğer özelliği de hızlı mutasyona uğramaları ve her yıl kendilerini değiştirmeleri. Bu nedenle bir kez grip geçirmek bu sevimsiz hastalığa bağışıklık kazanmamıza yetmiyor. Bu yıl hastalansak bile ertesi yıl kendini biraz değiştirmiş yeni bir grip virüsü ile karşılaştığımızda tekrar grip olabiliyoruz.

Grip olan kişilerde, çoğu üst solunum yolu enfeksiyonlarında görülen belirtiler ortaya çıkıyor: yüksek ateş, öksürük, boğaz ağrısı, şiddetli kas ve eklem ağrıları, halsizlik ve bitkinlik, baş ağrısı, burun akıntısı, öksürük ve bazen de kusma bu belirtilerin başında geliyor. Grip hastalığını diğer soğuk algınlıklarından ayıran en önemli şey ise bu belirtilerin oldukça şiddetli olması. Günlük konuşmada paçavra gribi dediğimiz, bizi yatak döşek yatırıp, yüksek ateşle bitkin düşüren hastalığın gerçek grip yani infuenza olması şiddetle muhtemel.

Grip hastalığının kuluçka süresi 1-4 gün arasında değişiyor, çoğu insan bu virüsü kaptıktan 2 gün sonra belirtileri göstermeye başlıyor. Belirtiler genelde aniden ortaya çıkıp saatler içinde oldukça ağır hastalık tablosu yaratıyor. Ancak ilginç bir durum var, grip virüsü kapan kişiler hastalık belirtileri ortaya çıkmadan bir gün önce etraflarına grip virüsü saçmaya başlıyorlar bile. Bu da neden bu virüsün son derece bulaşıcı olduğunu açıklayan nedenlerden biri. Hasta olduğumuzu fark bile etmeden başka kişilere hastalık bulaştırmaya başlıyoruz!

Kuluçka dönemini takiben, hastalık belirtiler ortaya çıkınca iyileşme sağlıklı kişilerde bir hafta kadar sürüyor. Ancak yaşlılar, bebekler, bağışıklık sistemi zayıf kişiler, astım ve kalp damar hastalığı gibi kronik rahatsızlığı olanlarda hastalık çok daha ağır seyredebiliyor. Hatta zaman zaman zatürre, sinüzit, bronşit gibi ciddi komplikasyonlara ve hatta ölüme dahi neden olabiliyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre her yıl 3-5 milyon kişide gribe bağlı bu ciddi komplikasyonlar görülüyor ve yılda yaklaşık 500 bin kişi hayatını kaybediyor.

Gribin başlıca bulaşma yolu damlacık enfeksiyonu. Hasta kişilerin her bir öksürük ve hapşırığıyla ortaya yaklaşık yarım milyon virüs saçılıyor. Yaklaşık 2 metre uzağa saçılan ve havada asılı duran damlacıklar içinde bulunan virüsler bir sonraki kurbanlarına solunan havayla bulaşıyorlar. Ayrıca hasta kişilerin özellikle ellerine öksürdükten sonra tuttukları kapı kolları, telefon, otobüs tutunma yeri gibi yüzeylerden yeni potansiyel konaklarının ellerine, oradan da ağızlarına bulaşabiliyorlar. Gripten korunmak için en önemli önlemlerden biri elleri sık sık yıkamak, diğeri de grip olan kişilerin kendilerini mümkün olduğunca diğer insanlardan uzak tutması. Yani grip olduğunuzu düşündüğünüzde kalabalık yerlere gitmemek, işe gitmemek, toplu taşım kullanmamak, çocuğunuz grip olduysa diğer çocuklara geçmesini engellemek için okula göndermemek oldukça önemli. Bir diğer önemli koruyucu önlem ise grip aşısı olmak, ki aşının detaylarına ve hakkındaki sık bilinen yanlışlara birazdan daha detaylı değineceğiz.

2009 Brian Judd

Her bir hapşırıkta etrafa yarım milyon virüs saçıyoruz. (Fotoğraf: Brian Judd, 2009, Wikipedia)

Bir kez hastalandıktan sonra da viral bir hastalık olduğu için direkt bir tedavisi yok. Yapılacak en iyi şey, grip olduğunuzda evde istirahat etmek ve destek tedavi ile hastalığı daha rahat atlatmayı beklemek. Tüm tıp fakültelerinde söylenen klasik cümleyi burada hatırlatmakta fayda var: Grip ilaçla yedi günde, ilaçsız bir haftada geçer. Elbette bu haftayı bol sıvı alarak, iyi beslenip istirahat ederek ve gerektiğinde ateş düşürücü ağrı kesici gibi destek tedavilerle geçirmek faydalı, aksi takdirde vücudun kendini toparlaması daha uzun sürebilir. Bunlara rağmen genel durumu gittikçe bozulan özellikle risk grubunda olan kişilerin ise olası ciddi komplikasyonları göz ardı etmemek için bir doktora görünmelerinde fayda var.

 

Grip ile ilgili doğru bildiğimiz yanlışlar

 

Islak saçla gezme, sırtına hırka giy, yoksa grip olursun!

Sanılanın aksine grip hastalığının üşümekle, üşütmekle direk bir ilgisi yok. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, grip virüsler nedeniyle ortaya çıkan bulaşıcı bir hastalık. Yani vücudunuza Influenza virüsü girmediği sürece grip olmanız imkansız.

Ancak grip hastalığını soğuk havalarda ve özellikle kış mevsiminde çok daha sık ve yaygın olduğu da hepimizin dikkatinden kaçmayan bir durum. Bunun birkaç nedeni var.

En önemli neden soğuk havada kapalı ve kalabalık ortamlarda çok daha fazla vakit geçiriyor olmamız. Havalar soğudukça bulunduğumuz mekanların camlarını kapatıyor, kafe ve restoranlarda açık havada oturmak yerine kapalı yerde diğer insanlara daha yakın oturuyor, vapurda iskele yerine kapalı iç bölümde oturmayı seçiyoruz. Bu durum daha çok insanla daha yakın temasta bulunmamıza, aynı havayı solumamız neden oluyor, böylece bu kişilerden birinin etrafa grip virüsü saçması halinde havalanmayan ve kalabalık ortamlarda daha çok kişinin bu virüsleri kapmasına neden oluyor. Kapalı ortamlar sadece kış mevsiminde değil, klimaların yoğun kullanıldığı hava şartlarında ve de uzun uçak yolculuklarında da pek çok kişiyi aynı küçük alana kısıtlayarak grip olma ihtimalimiz artırıyor.

Soğuk hava ile ilgili bir diğer durum, kış aylarında soğuk ve özellikle kuru hava ile burun mukozamızın kuruması ve daralan damarlar nedeniyle soğuması. Bu iki durum, solunum sistemimizdeki ana savunma mekanizmalarından biri olan mukus salgılanmasını azaltıyor ve solunum yolumuza giren virüslerin mukozamıza daha kolay tutunmasına ve hücrelerimizi daha kolay enfekte etmesine neden oluyor. Ayrıca,  şiddetli üşüme bağışıklık sistemimizi yavaşlattığı için  vücudumuzun virüs ile mücadele gücünü kırıyor, dolayısıyla soğuk havalarda grip olma ihtimalimiz artıyor.

Kışın bulunduğumuz kalabalık ortamlar grip ve diğer damlacık yolu ile yayılan virüsler için bire bir.

Kışın bulunduğumuz kalabalık ortamlar grip ve diğer damlacık yolu ile yayılan virüsler için bire bir.

Soğuk kış aylarıyla birlikte grip olma ihtimalimiz artsa da unutmamak gerekir ki hastalığın kaynağı, kişiden kişiye bulaşan virüsler. Yani kış başında hasta olmadığınızdan emin olarak ıssız bir adaya ya da daha iyisi Antarktika’ya bile gitseniz, ne kadar üşürseniz üşüyün grip olmazsınız. (Antarktika’ya giderseniz penguenlerden kuş gribi kapmayacağınızı  garanti edemeyiz ama!)

Gencim, sağlıklıyım, esas grip benden korksun!

Evet, grip genelde genç ve sağlıklı kişilerde daha hafif seyrediyor ve en ciddi grip vakaları bebeklerde ve yaşlılarda görülüyor. Ancak bazı istisnalar var. Kimi grip türleri genç insanları daha şiddetli etkiliyor. Örneğin 1918 yılında görülen ve dünyada her 5 kişiden birini hasta edip, her 25 kişiden birinin ölümüne neden olan meşhur İspanyol gribi bu istisnalardan biriydi. Bu salgında ölenlerin çoğunluğu 20-40 yaş arası genç ve sağlıklı kimselerdi. Benzer şekilde 2009 yılında Meksika’da başlayıp dünyaya yayılan domuz gribi de daha çok genç insanlarda ölüme yol açtı. Uzmanlar bu durumu bazı virüs tiplerinde ortaya çıkan enfeksiyona bağışıklık sistemi güçlü kişilerin bünyelerinin şiddetli reaksiyon vermesi nedeniyle ortaya çıktığını düşünüyorlar. Çoğu vakada, gribe bağlı ölüm nedeni sitokin fırtınası denen ve vücudun bağışıklık sistemi yanıtlarından biri olan sitokin türü faktörlerin  aşırı salgılanmasına bağlı ortaya çıkan komplikasyonlardı.

Ayrıca unutmayın ki virüsü kaptığınızda daha hasta olduğunuzu bilmeden etrafınıza virüs saçıp başkalarını da hastalandırmaya başlıyorsunuz. Siz genç ve sağlıklı olsanız bile, virüs sizi bir zıplama tahtası gibi kullanarak sizden bu hastalığa çok daha korumasız bebeklere ya da yaşlılara geçebilir ve sizin olmasa bile onların ölümüne ya da kalıcı hasara neden olabilir. Bu nedenle yaşınız ne olursa olsun grip hastalığından korunmak bir halk sağlığı yükümlülüğüdür.

C vitamini aldım, mandalin yedim, bana bişeycik olmaz.

Ne yazık ki sanılanın aksine C vitamini kullanmanın gribe karşı kayda değer bir koruyucu ve tedavi edici etkisi yok. C vitamininin gribe iyi geldiği efsanesi nobel ödüllü kimyager Linus Pauling’in ortaya sürdüğü, yapılan yüzlerce çalışmayla artık çürütülmüş bir iddia. Ancak çok iyi bir pazarlama aracı olduğu için bugün hala hemen tüm grip ilaçları üzerlerinde limon ve portakal resimleri ile pazarlanıyor, ya da içlerinde C vitamini olduğunun altı çiziliyor. Yapılan çalışmalarda gösterilen şey, C vitaminin  ancak yüksek dozlarda alındığında grip süresini ancak birkaç saat kısaltmaya yaradığı. Yüksek doz C vitamininin olası başka riskleri (böbrek taşı ve son yıllarda yavaş yavaş fark edilen kansere meyil) nedeniyle sadece birkaç saatlik avantaj sağlamak için bu takviyeyi almak anlamsız. Ama bu elbette grip olunca portakal yemeyin demek değil , taze meyve ve sebze yemenin iyi birşey olduğu pekçok diyetisyenin ortak kanısı.
Linus Pauling ve C Vitamini ile ilgili daha önce yazdığımız şu makaleden C vitamini ile ilgili bu iddianın ortaya çıkış hikayesi ve ardından yapılan çalışmalar hakkında daha detaylı bilgi edinebilirsiniz.

Tavuk suyu çorba, ıhlamur, nane limon kabuğu gibi sıcak içeceklerin grip hastalığını iyileştirmek gibi bir etkisi yok.

 

Annem tavuk çorbası yaptı, üzerine de nane limon kabuğu içtim. Gribe en iyi ilaç.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, grip viral bir hastalık ve virüsleri öldürmek o kadar kolay değil. O nedenle tavuk suyu çorba, ıhlamur, nane limon kabuğu gibi sıcak içeceklerin grip hastalığını iyileştirip virüsleri öldürmek gibi bir etkileri yok.

Ama grip sırasında bol sıvı almak çok önemli. Ayrıca kuruyan mukozaları da nemlendirmek açısından tavuk suyu çorba da, ıhlamur da muhtemelen sizin kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlayacaktır. O nedenle bol bol çorba, ıhlamur gibi sıcak içecekler içebilirsiniz, ancak bunun gribi tedavi etmek yerine belirtilerini hafiflettiğini unutmayın . Annenizin eline sağlık!

Grip olsam antibiyotiği aldım mı geçer. Doktor vermedi ama eczacıdan sorup aldım.

Grip hastalığına neden olan etmen influenza virüsü ve virüsler, bakterilerin aksine antibiyotiklerden hiçbir şekilde etkilenmiyorlar. Bu nedenle grip olduğunuzda antibiyotik almanızın hiçbir faydası olmadığı gibi, aksine dirençli bakteri yaratmak gibi bir zararı var. Çoğu kişi grip olduktan birkaç gün sonra antibiyotik kullanmaya başlıyor. Virüs, normal seyrini sürdürüp hastalığın 7. Gününde kendiliğinden iyileştiğinde de aldığı antibiyotik sayesinde iyileştiğini düşünüyor. Antibiyotiklerin, dirençli bakteri oluşturmanın yansıra vücudunuzdaki faydali bakterilere (özellikle sindirim ve K vitamini sentezlemede bize çok önemli katkısı olan barsak florası bakterilerine) çok zararı var. O nedenle grip olunca antibiyotik kullanmayın, doktorunuza antibiyotik yazması için ısrar etmeyin, ya da kafanıza göre gidip eczaneden antibiyotik almayın. Hem paranıza, hem sağlığınıza yazık.
Nadir durumlarda, viral enfeksiyon üzerine bakteriyel enfeksiyonların (orta kulak iltahabı, zatürre gibi) eklenmesi durumunda grip olsanız bile ilave ortaya çıkan ikincil enfeksiyonu tedavi etmek için antibiyotik gerekebilir. Bu tip komplikasyonlar geliştiğinde doktorunuz size gerekli antibiyotiği verebilir.

Ne yazık ki ülkemizde hastaların ısrarı nedeniyle hastayı memnun etmek için gereksiz antibiyotik yazan hekimler de azımsanmayacak sayıda. Bu nedenle grip için gittiğiniz doktorunuz size antibiyotik verdiğinde nedenini sormaktan ve sorgulamaktan da çekinmeyin.

Grip aşısı olduğum sene kaç kez hastalandım. Aşı işe yaramıyor.

Grip hastalığına karşı en iyi korunma yöntemi ellerinizi sık sık yıkamanın yanında grip aşısı olmak.

Grip aşısı diğer viral hastalık aşılarından biraz daha farklı.

Viral hastalıkların çoğunda (örneğin kabakulak, kızamık) hastalık yapan virüsler hızlı mutasyona uğramıyor. Mesela ü 5 yaşında karşılaştığınız kızamık virüsü ile 15 yaşında karşılaştığınız kızamık virüsü birbirinin hemen hemen aynısı, ve bağışıklık sisteminiz bu virüsle ilk karşılaştığında geliştirdiği savunma mekanizmalarını ikinci karşılaşmanızda da kullanabiliyor. Bu nedenle bu hastalıklara karşı geliştirilen aşıları bir kez olsak bile uzun dönem koruma sağlıyorlar.

Oysa grip virüsü çok hızlı değiştiği için her yıl karşılaştığımız grip virüsleri birbirinden yapı olarak oldukça farklı. Bu nedenle grip aşısının içeriğinin her yıl yenilenmesi gerekli. Bizim de karşılaşacağımız yeni grip mutasyonlarından korunmak için her yıl  içeriği güncellenen bu aşıdan tekrar olmamız şart.

Grip

Grip aşısı içeriği karşımıza çıkacak salgın ihtimalleri dahilinde her yıl yeniden belirleniyor.

Her sene, Dünya Sağlık Örgütü ve pek çok ülkenin enfeksiyon hastalıklarından sorumlu kurumları bir araya gelip, ellerindeki verileri değerlendirip bir yıl sonra ortaya çıkacak virüslere yönelik bir tahminde bulunuyor. Bu tahminler ışığında her yıl dört-beş farklı influenza virüsüne karşı yeni bir karışım geliştiriliyor. Bu karışım, içindeki virüslerden biri ile karşılaşırsak koruyucu, ama olur da beklenmedik bir virüs ortaya çıkarsa etkili değil. Bu nedenle grip aşılarının koruyuculuk oranı bu tahminin ne kadar isabetli yapılığına bağlı olarak %50-80 arasında değişiyor.  İki yaşından küçük bebeklerde ise aşı etkisi oldukça düşük.

Ancak buna rağmen aşılanmak önemli. Zira aşı içeriği tahmini tutarsa gripten korunduğumuz gibi,  tam tutturulamamış olsa bile  benzerlik nedeniyle kaptığımız farklı tür gribi daha hafif geçirmemize yardımcı oluyor.

Yukarıda saydığımız nedenlerden, aşı olmanıza rağmen gene de grip olmanız mümkün. Aşı içeriği tahmini o yıl ortaya çıkan salgını tutturamamış olabilir ve bu nedenle aşıya rağmen grip olmuş olabilirsiniz. Ancak unutmayın ki tesadüfen aşıda olmayan virüsü kaptıktan sonra aşıda olan bir virüsle karşılaştığınızda aşı gene de sizi koruyacaktır.

Bazı kişilerin aşının etkisiz olduğunu sanmasının bir diğer nedeni de aşı oldukları sene içinde influenza değil soğuk algınlığı yapan diğer virüslerden birini kapmış olması ve bu enfeksiyona sık düşülen bir hata ile ‘grip’ demeleri. Yazının başında bahsetmiştik, grip benzeri belirtiler yapan yüzlerce farklı virüs var ve aşı bu virüslere karşı etkili değil. Yani grip aşısı olsanız da rinovirüs kaparsanız nezle olabilirsiniz. Unutulmaması gereken üst solunum yolu enfeksiyonu yapan yüzlerce virüs içinde en tehlikelilerden birinin influenza virüsü olduğu ve her yıl aşılanarak bu virüsü kapma ve akabinde başkalarına bulaştırma ihtimalinizi %50-80 azaltmanın mümkün olduğu. Bu nedenle özellikle evlerinde küçük bebek, kanser hastası, yaşlılar veya bağışıklık sistemi zayıf başka bireyler olanların mutlaka aşılanması öneriliyor.

Geçen ay zaten grip oldum ondan bu yıl aşılanmama gerek yok.

Yukarıdaki maddede de uzun uzun anlattığım gibi, grip geçirmiş olsanız bile bir sonraki mutasyona uğramış grip suşunun gelip tekrar başınıza bela olmayacağına ilişkin hiç bir garanti yok. Ya da grip sandığınız şey influenza değil diğer virüslerin neden olduğu soğuk algınlığı olabilir. O nedenle grip geçirdiğinizi düşünseniz bile aşı olmakta fayda var.

Aşı için ideal zaman grip mevsimi başlamadan önceki Eylül ayı veya Ekim ayının başları. Bu aylarda aşı olmadıysanız, sonra da aşı olmanızda bir mahsur yok. Önerilen zaman dilimi aşıdan en iyi koruyuculuğu sağlamanız içindir.

Grip aşısı oldum, aşı beni hasta etti.

Kas içinde yapılan klasik grip aşısının sizi grip yapma ihtimali sıfır, çünkü kas içine şırınga ile yapılan grip aşıları virüsün kendisini değil, virüs kılıfına ait protein parçacıklarını içerir .,Bu proteinlerin aşı ile vücudunuza verilmesi, bağışıklık sistemimizin bu proteinlere karşı antikor üretmesi ve bu proteinleri taşıyan virüsün kendisi ile karşılaştığında enfeksiyonla etkin şekilde mücadele etmesi için yeterli.Ancak aşının ardından enjeksiyon yerinde ağrı, yanma, şişlik ve morluk ve kısa süreli kırgınlık ve hafif ateş olması normal. Bu belirtiler aşının sizi hasta etmesine değil, aşı ile vücudunuza giren proteinlere karşı bağışıklık sisteminizin verdiği tepkinin bir ürünü. Bu süreçte bağışıklık sisteminiz aldığı proteinlere karşı antikor hazırlamayı öğreniyor.

İçinde zayıflatılmış virüs taşıyan ve düşük ihtimalle de olsa sizi grip yapabilecek tek grip aşısı kas içine verilmeyen ve burundan sprey olarak kullanılan aşı. Bu aşı ancak normal enjeksiyonu alamayacak kişilere özel durumlarda öneriliyor, etkinliği de zaten epey tartışmalı.

Bazen, aşıdan sonra grip olduğumuzu sanmamızın bir nedeni de aşıyı takiben tesadüfen soğuk algınlığına neden olan ve influenza harici bir virüse, ya da düşük ihtimalle aşı içinde bulunmayan bir grip virüsüne çatmamız. Bu tamamen kötü şans ve tesadüf, ancak insan beynindeki ardıllık safsatası nedeniyle hatalı neden sonuç ilişkisi kurmamıza ve hastalığımızın sebebini olduğumuz aşıda aramamıza neden oluyor.

Grip aşısı otizm yapıyor, ondan ne kendim oluyor ne de çocuğuma yaptırıyorum.

Grip aşısı ve diğer aşıların otizme neden olduğu iddiası asılsız bir iddia. Dana önce bu konuda pek çok kaynakları inceleyerek detaylı bir yazı dizisi yayınlamıştık. Aşıların otizmle ilişkisi konusunda yazdığımız yazı dizisini şuradan detaylı olarak kanıtlarıyla birlikte okuyabilirsiniz.

Havaların soğuyup, çoğumuzun etrafımızda hapşıran, tıksıran kişilerle kapalı ortamlara tıkılmak zorunda kaldığımız şu günlerde, umuyoruz bu yazı size grip olmamak için nelere dikkat etmeniz gerektiği, ya da grip olduktan sonra ne yapmanız gerektiği konusunda yardımcı olur. Siz gene de annenizin sözünü de dinleyin, soğukta ıslak saçla, atkısız eldivensiz sokağa çıkmayın.

Kaynakça:

  1. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Influenza Fact Sheet 
  2. Marshall, H., Mcmillan, M., Andrews, R. M., Macartney, K., & Edwards, K. (2016). Vaccines in pregnancy: The dual benefit for pregnant women and infants. Human Vaccines & Immunotherapeutics, 12(4), 848-856. doi:10.1080/21645515.2015.1127485
  3.  MacDonald NE, McDonald JC; Canadian Paediatric Society, Infectious Diseases and Immunization Committee. (2014). The benefits of influenza vaccine in pregnancy for the fetus and the infant younger than six months of agePaediatr Child Health. 2014 Nov;19(9):e121-2.
  4. Harvard Medical School, Harvard Health Publications.  10 Flu Myths. Retrieved January 26, 2017, from http://www.health.harvard.edu/diseases-and-conditions/10-flu-myths
  5. Douglas RM, Hemilä H, Chalker E, Treacy B. (2004). Vitamin C for preventing and treating the common cold. Cochrane Database Syst Rev. 2004 Oct 18;(4):CD000980.
  6. Hemilä H.,  Chalker E. (2013) . Vitamin C for preventing and treating the common cold. Cochrane Database of Systematic Rev. 2013
  7. Department of Health and Human Services Center for Disase Control. (2011). Vaccines & Immunizations. Retrieved from Center for Diesae Control (CDC) Web site: http://www.cdc.gov/vaccines/
  8. Offit, P.A. (2010) Autism’s False Prophets: Bad Science, Risky Medicine and the Search for a CureColombia University Press.
  9. Scientific American (2012). 6 Common Misconceptions about the Flu-and Flu Shots
  10. NPR (2014). 32 Myths About The Flu Vaccine You Don’t Need To Fear
  11. Centers for Disease Control and Prevention (CDC) (2016).  Misconceptions about Seasonal Flu and Flu Vaccines
  12. Vergano, Dan (January 24, 2014). “1918 Flu Pandemic That Killed 50 Million Originated in China, Historians Say”
    . National Geographic. Retrieved November 4, 2016.
  13. Morens, David M, and Anthony S. Fauci (2007). “The 1918 influenza pandemic: insights for the 21st century”
    Journal of Infectious Diseases. 195: 1018–1028.
  14. Korteweg C, Gu J (May 2008). “Pathology, molecular biology, and pathogenesis of avian influenza A (H5N1) infection in humans”. Am. J. Pathol. 172 (5): 1155–70. doi:10.2353/ajpath.2008.070791
  15. Yalansavar(2011). Aşılar ve Komplo Teorileri: Bölüm 1, Bölüm 2, Bölüm 3. Işıl Arıcan
  16. Yalansavar (2014). Ayağını sıcak tut, başını skeptikTuğsan Topçuoğlu

 


Viewing all 33 articles
Browse latest View live